24 Ocak 2013 Perşembe

Empati, Eşit Değildir Ben

İnsanlar bilmedikleri ve yaşamadıkları bir şey için hayıflanmaz, diyebilir miyim? Siz karar verin.
 Kuzey kutbuna en yakın köylerden biri, bahsedeceğim köy. Kışın, metrelerce buzun altından tuttukları balıkları yiyorlar.  Ortak çıktıkları balina avlarından elde ettikleri avları en ince detayına kadar değerlendirip, yakın köylerdeki sakinlerle, değiş tokuş ederek, geçimlerini sağlıyorlar. Yazın ise, dik yamaçlardan elde edilen martı yumurtaları, yemekleri. En az bir kişi, ölümle burun buruna geliyor ve tecrübe gerektirdiğinden elli yaşın altına yaptırmıyorlar bu işi. Bir yumurta için, ölümle burun buruna gelmek.  Bu insanlar, niçin dolaplarını açıp, özel kutularında tazeliğini günlerce koruyan, organik, büyüklüğü bile aynı ölçüde ayarlanmış yumurtalarından yemek istemezler. Ya da no frosttan çıkarılmış, kılçığı bile ayıklanmış, balıklarını fırına atıp yanında soğan pişirmezler. Keşke, imkanım olsa da, onlara bunu sorabilsem.  BBC’nin belgesellerinden tanışma fırsatı bulduğum bu insanlar, kısmen buna benzer bir soru yöneltildiğinde,  muhabire, hepsi bir ağızdan gülmeye başladı ve biz buna alıştık dediler. Ama televizyon, uydu ve bilgisayar anlamında her şeye sahip olduklarını da özellikle belirtmeliyim. O halde şimdi değiştirerek tekrar soruyorum. İnsanlar bildikleri ve tadını almadıkları bir şey için hayıflanır mı? Peki o halde yanı başımızdan bir örnek daha verelim. Çoğu zaman adına, nesil farkı dediğimiz şey, anne ve babalarınızın, sizin hoşlandığınız şeylerden hoşlanmaması ya da sizin yapmayı çok arzuladığınız şeylerin, onlar için önemsiz ve hatta zaman zaman zararlı olmasına ne diyeceksiniz. Sizin bilgisayar başında geçirmeyi dört gözle beklediğiniz zamanları, onlar belki kitap okumakla, sohbet etmek veya yürüyüşe çıkmakla değiştirebilecektir. Ama asla, eşittir bilgisayar olmayacaktır alternatiflerin içinde. Ve hatırlayınız bu size inanılmaz muhafazakar, otoriter ve gereksiz gelmiştir çoğu zaman. Peki niçin sizin aldığınız zevki almaz ebebeynleriniz. Ama aslında yaptıklarınızın ne olduğunu bilirler değil mi ? Hem de belki sizin olmadığınız zamanlarda bilgisayarın önüne oturup;
-Saatlerce bu çocuk burada ne karıştırıyor, bu kadar zevkli, deyip bilgisayarın önünden eşinin uyarması ile kalkan nice veli vardır kim bilir.
Empati eksikliği. Siz ondan empati yapmasını, yorgun geldiğiniz işten, dinlenmek için ondan vakit istediğinizde, o da, sizin kendisi için yapacak bir şeyiniz olmadığının kanıtı sayar bunu. İsteyerek, sizin seçtiğiniz tatil yerlerinde gezmesini beklerken, erişkin olduğunda sizden ayrı olarak tatile gitmesi niçin abesle iştigal. Bu sırf sizin söz hakkı olduğunuz, sizin doğum tarihinizin yetmişli yıllar olduğu için mi ? Ama işyerinizde sizden önce işe girmiş sıradan birinin terfisi üzerine , yeteneklerinizden ve verdiğiniz kısa zamandaki olağanüstü verimlilikten dolayı, değerlendirilmediğinizde isyan eden de sizsiniz. Peki bu adil mi?
Son olarak, sadece kutuplarda değil Avrupa’da da, elektriklerini kendileri üreten, teknolojiyi reddeden, topluluklar olduğunu ve bu topluluğun bireylerinin 18 yaşına geldiklerinde, dış dünyada bir deneme süresi yaşadığını ve bu süre sonunda bugüne kadar çok azının,  dış dünyada kalmak istediğini söylesem, yaşadığınız dünya için hala aynı şeyi mi düşünürsünüz ?

18 Ocak 2013 Cuma

İki Kadın,Romantizm ve Materyalizm

Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar uzakta bir yer yokmuş, her yer yakınmış. Birbirlerine gidip gelemeselerde, hep akıllarında olduklarını bilirlermiş. İki kadın varmış, birinin adı romantizm diğerinin ise materyalizm’miş.  
  Romantizm,  özgür irade ile ortaya çıkabilecek her fikrin,  aslında insan için varolabilecek her olumluluğu  üretebileceğini savunur. Sanatın her dalında, savunulan bu görüş “Kuralın, kuralsızlık olması gerektiğini” iddia etti uzun yıllar. İnsanlar, bu masallara inanmak istedi. Çünkü doğası, sınırlandırmayı sevse de, sınırlandırılmak istememekteydi. 18 . yüzyılın sonundan başlayıp, 19.yüzyılın ortalarına kadar hüküm sürdü. Ama aykırı düşünceler, mutlaka rahatsız edecek bir zümre ile karşı karşıya kalmışlardır yıllardır. Ve bu baskıcı sistemin zorlamaları ile oluşması gerekli yeni düzenin metni netleşerek ismi Materyalizm olmuştur. Romantizmin verdiği iç huzur, sağladığı iç denge, kalıcı, yapıcı ruhlar yaratırken, materyalizm bütün bunları yıkıp, yokedip yerine kendini tanımayan, kısa süreli mutluluklarla, karnını doyurmaya çalışan, bir ruh yaratma kaygısı içindedir. Romantizm, gerçek ise, materyalizmin, yalan olduğunu ispat, herkesin kendi hayatından kesitlerle bile mümkündür.
Özgür iradenin,  akla iyi şeyler çağrıştırmasıyla beraber gerçekte,  hiç ummadığınız bir nesnenin, kötü ellerde, ne şekilde,  değerlendirildiğini tarih bize defalarca göstermiştir. Bu yüzden, romantizmin sınırlarının, ne zaman başkalarının sınırlarını aştığının tespiti mümkün olamadı. Güzelliklerin mahvolması için küçük sivilceler yeterli olabilir yetenekli ellerde! Önemli olan sahip çıkabilmek, bugün romantizm akımının öncülerinden olan Victor Hugo, eserleri ile bizi yoğun olarak etkilese bile, o eserin yazıldığı andaki düşünceler, ne kadar etrafımızı sarabilir ki. Bu etkinin ne kadar kısa süre aldığına dair, romantizmin akımından etkilenen Almanya’da, Hitler’in  1921-1945 yılları arasında liderliğini yaptığı, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin 1933'te iktidara gelmesiyle Almanya başbakanı ve 1934'den ölümüne kadar Almanya devlet  başkanı olarak görev yapması sanırım çok düşündürücüdür.
 Bizim, çocuklarımıza, acımadan yüklediğimiz formatın önemli bir bölümünü oluşturan Materyalizm, en büyük yardımı aldığı teknoloji,  sayesinde bir kabus gibi, kafamızı ne yöne çevirsek, karşımıza çıkıyor.  Büyük ölçüde seçiçi ve özenli olmak, yüzünüzü döndürebildiğiniz kadar doğaya döndürmek, kendi çapınızda yapabileceğiniz en önemli katkı olacaktır ondan kaçınmak için.
 Her ikisini de kadına benzetmemdeki gaye ise açık, yaratma gücüne ve onu sahiplenme içgüsüne sahip bir varlık olan kadın, aynı zamanda, kendi yarattıklarını görmezden gelebilecek kadar da insafsız olabiliyor. Haksız mıyım? Yazıma, romantizm ve materyalizme ait iki güzel alıntı ile son vermek istiyorum.
“Romantizm, varlıkların olduklarından başka türlü olmadığına, olmayacağına üzülmektir.” A. Gide
Bir gün karşıma biri çıkacak ve bana: "Herşey olması gerektiği gibi olmaktadır, efendim" diyecektir. -A. Ağaoğlu, Yazsonu


Sittin Sene

 Her hafta, yazacak bir şeyler bulmak, zor olmasa gerek bu ülkede. Zira, gündem o kadar hızlı değişiyor ki. Kafanı eğmen ve kaldırman bile, göremeden geçtiğin, bir sürü habere neden olabilir. Uzun bir süredir, yaşım gereği karşılaştığım, seyrettiğim, okuduğum çok şey, çoğu şeyin, aslında değişmeden kaldığını, değişenin sadece, bunu yaşayan insanlar olduğunu gösterirken, bu umudun da, kaybolmasını gerektirmekte. Yaşama, sosyal kimlikle, bağlanmaya çalışanlardanım. Bu yaklaşımım, insanların eskiden yaşadıkları olumluluklarını, kendi hayatlarına, geri getirme uğraşı içinde olmaları üzerine kurulu.. Bunu çeşitli yollarla, bilmeden yapan çoğu insan, aldığı pozitif sonuçlarla mutlu olmaktadır. Televizyon seyretmeyi kesiyor, sadece sevdiği insanlarla beraber olmayı seçiyor. Şöyle, bir öz eleştiri yapılması doğal. Dış dünya ile ilişkilerini kesmek, seni ne derece mutlu edecek. İnsanların, çözemeyeceği sorunlarla, kafasını meşgul etmesi, onun aslında yapabileceği şeyleri, gerçekleştirmesine mani olmaktadır. Nasıl mı?  Yılbaşında, kim, Afrika’da açlık sınırının, 18 milyon olduğunu bildiği halde, onlara yetişebilir ki. Ama, yanı başınızdaki Çocuk Esirgeme Kurumuna vereceğiniz küçücük bir hediye, belki hiç akıl erdiremeyeceğiniz, bir değişime ön ayak olacaktır. Mutluluk bulaşıcı bir kavramdır. O derece bulaşıcıdır ki, mutluluk, iç huzuru, iç  huzur, yaratıcılığı, yaratıcılık, değişimi, değişim, öngörüyü, öngörü, adaleti……….İşte bu denli bulaşıcıdır. Peki kim istemez bu zinciri ? Hayrettin Karaca’nın söylemiyle “Dünya ulusları, silaha geçtiğimiz yıl 2 trilyon 800 milyar dolar harcadılar. Peki bu nasıl oluyor düşünün ?”

 Açıkça söylemediklerimiz olabilir, hayatta ya da saklı tutmamız gereken şeyler. Ama hiçbir şey, kendi hayatımızla, kendimiz arasında kafa tutmamızı engelleyemez.  Henüz, bunu başaracak kanunlar koyamadılar. Gerçi, gelecek yüzyıl filmlerinden, gördüğümüz üzere -bilmediğimiz nice araştırmalar olduğunu düşünmekteyim-düşünce okuyarak, bunu da yapmayı planlamaktalar. Çünkü, insanın kendine hükmetmesi,  bir süre sonra, o kadar doğallaşacak,  yaygınlaşacak ve üstün gelecek ki. Onların diledikleri,  hayal ettikleri, dünya düzeni içinde, siz sadece bir figüransınız. O müthiş bütçeli filmlerde,  dinazorların, ayaklarının altında kalan, düşen uçaktakiler, korkunç silahlarla yakılan, öldürülen, yani film bittiğinde, öldüğüne üzülmediğiniz, nice insandan birisiniz. Peki kim  kendi ölümüne üzülmez ? En azından öleceğini anlayacak veya bunu hissedecek kadar vaktiniz olacak kadar şanslıysanız ki, atom bombası gibi, bunu hissetme şansı bile vermeyen, savaş silahları içinde yaşarken.
 Hayatımıza, başkasının müdahale şansını yaratmamak için, niçin mutlu olmaya çalışmıyoruz. Bunun için bir sittin sene daha beklememize gerek var mı ? Herkes, çalar saatini kursun. Bu saat, kendine özgü bir hızda çalışacak ve size olması gerektiği zaman, uyarı verecektir. Lütfen çalar saatinizi dinleyin ve asla kurmayı unutmayın. Yoksa, onlar sizin yerinize bunu yapacaklar, ama patlatmak üzere, pimi çekmek için. Ya da dünyanın çağdaş en büyük filozoflarından biri sayılan Bertrand Russell’in; ”Eğer her uygar ülkenin çoğunluğu isteseydi, 20 yılda insanları köleleştiren, alçaklaştıran sefaleti, hastalıkların yarısını ve insanlığın yüzde doksanını zincire vuran ekonomik bağımlılığı ortadan kaldırırdık. Dünyayı, güzellik ve neşe ile doldurur ve evrensel barışı sağlardık.” cümleleri, hep bir di’li  geçmiş zaman olarak kalacak.
Not: İnternetteki sayfamda,  beni 20,000 kere okuyarak, mutluluk bulaştırmama müsaade edenlere teşekkür ediyorum.