18 Ocak 2013 Cuma

Sittin Sene

 Her hafta, yazacak bir şeyler bulmak, zor olmasa gerek bu ülkede. Zira, gündem o kadar hızlı değişiyor ki. Kafanı eğmen ve kaldırman bile, göremeden geçtiğin, bir sürü habere neden olabilir. Uzun bir süredir, yaşım gereği karşılaştığım, seyrettiğim, okuduğum çok şey, çoğu şeyin, aslında değişmeden kaldığını, değişenin sadece, bunu yaşayan insanlar olduğunu gösterirken, bu umudun da, kaybolmasını gerektirmekte. Yaşama, sosyal kimlikle, bağlanmaya çalışanlardanım. Bu yaklaşımım, insanların eskiden yaşadıkları olumluluklarını, kendi hayatlarına, geri getirme uğraşı içinde olmaları üzerine kurulu.. Bunu çeşitli yollarla, bilmeden yapan çoğu insan, aldığı pozitif sonuçlarla mutlu olmaktadır. Televizyon seyretmeyi kesiyor, sadece sevdiği insanlarla beraber olmayı seçiyor. Şöyle, bir öz eleştiri yapılması doğal. Dış dünya ile ilişkilerini kesmek, seni ne derece mutlu edecek. İnsanların, çözemeyeceği sorunlarla, kafasını meşgul etmesi, onun aslında yapabileceği şeyleri, gerçekleştirmesine mani olmaktadır. Nasıl mı?  Yılbaşında, kim, Afrika’da açlık sınırının, 18 milyon olduğunu bildiği halde, onlara yetişebilir ki. Ama, yanı başınızdaki Çocuk Esirgeme Kurumuna vereceğiniz küçücük bir hediye, belki hiç akıl erdiremeyeceğiniz, bir değişime ön ayak olacaktır. Mutluluk bulaşıcı bir kavramdır. O derece bulaşıcıdır ki, mutluluk, iç huzuru, iç  huzur, yaratıcılığı, yaratıcılık, değişimi, değişim, öngörüyü, öngörü, adaleti……….İşte bu denli bulaşıcıdır. Peki kim istemez bu zinciri ? Hayrettin Karaca’nın söylemiyle “Dünya ulusları, silaha geçtiğimiz yıl 2 trilyon 800 milyar dolar harcadılar. Peki bu nasıl oluyor düşünün ?”

 Açıkça söylemediklerimiz olabilir, hayatta ya da saklı tutmamız gereken şeyler. Ama hiçbir şey, kendi hayatımızla, kendimiz arasında kafa tutmamızı engelleyemez.  Henüz, bunu başaracak kanunlar koyamadılar. Gerçi, gelecek yüzyıl filmlerinden, gördüğümüz üzere -bilmediğimiz nice araştırmalar olduğunu düşünmekteyim-düşünce okuyarak, bunu da yapmayı planlamaktalar. Çünkü, insanın kendine hükmetmesi,  bir süre sonra, o kadar doğallaşacak,  yaygınlaşacak ve üstün gelecek ki. Onların diledikleri,  hayal ettikleri, dünya düzeni içinde, siz sadece bir figüransınız. O müthiş bütçeli filmlerde,  dinazorların, ayaklarının altında kalan, düşen uçaktakiler, korkunç silahlarla yakılan, öldürülen, yani film bittiğinde, öldüğüne üzülmediğiniz, nice insandan birisiniz. Peki kim  kendi ölümüne üzülmez ? En azından öleceğini anlayacak veya bunu hissedecek kadar vaktiniz olacak kadar şanslıysanız ki, atom bombası gibi, bunu hissetme şansı bile vermeyen, savaş silahları içinde yaşarken.
 Hayatımıza, başkasının müdahale şansını yaratmamak için, niçin mutlu olmaya çalışmıyoruz. Bunun için bir sittin sene daha beklememize gerek var mı ? Herkes, çalar saatini kursun. Bu saat, kendine özgü bir hızda çalışacak ve size olması gerektiği zaman, uyarı verecektir. Lütfen çalar saatinizi dinleyin ve asla kurmayı unutmayın. Yoksa, onlar sizin yerinize bunu yapacaklar, ama patlatmak üzere, pimi çekmek için. Ya da dünyanın çağdaş en büyük filozoflarından biri sayılan Bertrand Russell’in; ”Eğer her uygar ülkenin çoğunluğu isteseydi, 20 yılda insanları köleleştiren, alçaklaştıran sefaleti, hastalıkların yarısını ve insanlığın yüzde doksanını zincire vuran ekonomik bağımlılığı ortadan kaldırırdık. Dünyayı, güzellik ve neşe ile doldurur ve evrensel barışı sağlardık.” cümleleri, hep bir di’li  geçmiş zaman olarak kalacak.
Not: İnternetteki sayfamda,  beni 20,000 kere okuyarak, mutluluk bulaştırmama müsaade edenlere teşekkür ediyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder