ZEUS’UN KIZI; BAKMAK VE GÖRMEK
İkisi çoğunuza aynı anlama gelen kelimeler olarak görünebilir. Aksine birbirinden o kadar ayrı anlamlara gelebilir ki kullanıldığı yere göre şaşırabilirsiniz .Sözlüklerde, bakmak ve görmek göstergelerinden her birinin yirmiden fazla anlamı vardır. Bakmak ve görmek ; farkına varmak, gafletten uyanmak, odaklanmak, sezmek, şahit olmak, kalben hissetmek, dikkat etmek gibi anlamları karşılayacak biçimde kullanılmıştır. Günümüz insanının geçirdiği evrim sonucu, farkındalığın günden güne azalması etrafa verilen tepkilerin bölgesel olmasına ve gitgide şahsileşmesine neden oluyor. Herkes, oturduğu yerden verdiği tepkilerin, yerine ulaştığını düşünecek kadar umursamaz olmaya doğru yol alıyor. Her zaman gözünün önünde olan şeylere karşı aşinalık, onun aykırı bir durum olarak görülmesini engelliyor. Gözlerimiz ve algılarımız arasındaki bu uçurum bir süre sonra kapanması imkansız hale gelecek. Belki de geldi.
Açlık Oyunları adlı üç kitaplık bir serinin perdedeki yansıması , The Hunger Games; Capitol şehri etrafında toplanmış 12 bölgeden her yıl bir erkek ve bir kızın Açlık Oyunları adında yarışmaya katıldıkları bir dünyayı anlatıyor. Açlık Oyunları dediğimiz şey ise ölümüne mücadele edilen bir kavga. Kişisel fikrim bir kitabı filme çevirmenin çok riskli olduğudur. Ama söz konusu olan filmin işlenişi değil bugün anlatmak istediğim konu ile alakalı olmasıdır. Filmin konusu, kura ile çekilen 24 kişinin –çocuk dahi olabilir-herkesin gözleri önünde, canlı yayında hayatta kalma mücadelesi vermesidir. Tek umut edilen ise kurada başka birinin seçilmesidir. İzleyenlerin içinde anne ve babaların da olduğu düşünülürse durumun ne kadar acıklı olduğu gözler önüne serilebilir. Benim, insanın, insan olma yolunda kaybettiği şeyleri görmesinin/bakmasının /farketmesinin en güzel yolu olarak düşündüğüm, sinema ve tiyatro yapabileceğinin en iyisini yapıyor. Ancak bunların ne kadarının farkında olunduğundan emin değiliz. Her karşınıza çıkan felaketten başkalarını sorumlu tutmak, sizin artık aynaya sadece sivilceniz olduğunda baktığınızın kanıtı olmaktadır.
Yunus Emre, Mevlana ;bakmak ve görmenin ötesine gitmişler ,yüzyıllarca önce , irfan ve müşahede yoluyla görme düzlemlerine ancak sıradan/günlük tecrübe düzeninden çıkarak ulaşmayı başarmışlardır. Onların insana bakış açıları; onun bir 'sevgi varlığı” , sevginin de insanda birleştirici, bütünleştirici bir eğilim niteliğinde olduğudur. İyiliği emretme, kötülükten men etme düşüncelerini anlatmayı amaç edinmişlerdir. Yeni şeyleri keşfetme içgüdümüzü birazda 13.yüzyılda bile varolan Yunus Emre’nin şiirleri , Mevlana’nın Mesnevi ‘si ile insanın var olan duyusunu tekrar hissedebilirsek ne mutlu bize. Ne mutlu farkında olana. Sözü Müşfik Kenter’in o güzel sesinden dökülen bu kelimelerle ile tatlıya bağlayalım;
Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?