#dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2021 Pazartesi

KIRIK CAM TEORİSİ/Break glass Theory


 

Bir suç psikologu olan Philip Zimbardo’nun, 1969 yılında bir deney yapar. Deneyinde plakası olmayan iki arabayı Kaliforniya’nın, Palo Alto semtlerinde terk ederek gözlemlemeye başlar. Bronx, suç oranının yüksek, sosyo ekonomik seviyesinin düşük olduğu bir kenar mahalle semtidir. Palo Alto ise daha yüksek hayat standartlarına sahip bir semttir. 1959 model araçların ortak özelliği her ikisinin de plakaları sökülmüş. Kaputları ise aralıklıdır.

 

Bronx semtindeki arabanın akıbetini tahmin etmek zor değil. Araba bırakıldığından yaklaşık üç gün içinde baştan aşağı yağmalanmıştır. Palo Altoda ise bir hafta geçmesine rağmen kimse arabanın yanına bile yaklaşmamıştır. Ta ki Zimbardo ve öğrencilerinin sağ kalan arabanın yanına gidip ve çekiçle kelebek camını kırana kadar. Daha ilk darbe indirilmiştir ki çok kısa sürede çevredeki insanlar da olaya dahil olup birkaç dakika içinde o arabada kullanılmaz hale getirirler. Bu deneyden Zımbardo, “ İlk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz” sosyolojik yargısına varır.

 

Bu sosyolojik deney dünyada birçok yerel yönetim tarafından şehrin düzeninin sağlanması ve suç oranlarının azaltılması için kullanılmış.

 

En başarılı örneğini de tam bir suç cenneti görünümündeki Newyork şehrinde 1994-2001 yıllarında yaşanmış. Şehrin başkanı bu teoriyi uygulayarak Newyork şehrini suçtan arındırıp yaşanabilir güvenli bir şehir haline getirmiş. Newyork şehri başkanı Rudy Guiliani yöntemini şöyle açıklıyor “ metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz çok kısa sürede oradan geçen herkes bir taş atıp binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine biri bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız her geçen çöpünü oraya bırakır ve çok kısa sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırdım.”

 Philip Zimbardo, a psychologist, conducts an experiment in 1969. The two cars that were not used in his experiment begin to be abandoned on the Palo Als of the district. The Bronx is a slum with high grievances and small socioeconomic status. Palo Alto is a neighborhood with a higher standard of living. The car, which has the same features as the 1959 model, has also been removed. The hoods are spaced.


It's hard to predict the fate of the car in the Bronx. In about three days since the car was left, it was completely looted. Palo Altoda is even close to transportation by car for less than a week. Until Zimardo and his students left the car window going and butterfly right up. Even the first blow has been struck that people in a very short time get involved and make that car unusable in a few minutes. From this experiment, Zımbardo said, “It is necessary to allow the first glass to break or the first wall design that pollutes the environment. Otherwise, it reaches the categorical judgment that you cannot prevent the bad course.


It will be used for administration and use by the local government within the city.


The most successful was the crime of nature in 1994-2001 in New York. It is like a livable city to urbanize this city of the city from the city of New York City to the city of New York. Drive New York City mayor Rudy Guiliani. If the building is broken, if you don't get that window repaired right away, in a very short time, everyone will break all the windows of a stone at the price of a glass. When I first broke the glass, I had it repaired immediately. It is the price of an electricity coin, it is the price of a bag or garbage in its corner. If you live right after that dump, garbage will pile up like cities. I removed the first garbage bag.”



Lany-Jade Mondou adlı kişinin Pexels'daki fotoğrafı teşekkürler

1 Mart 2021 Pazartesi

İRADE GÜCÜ MODA DEĞİL

 



Kendinizi ve eylemlerinizi daha iyi kontrol edebilmek için iradeyi nasıl artıracağınızı merak ediyor musunuz? Bunu gerçekleştirmenin yollarını öğrenmek ister misiniz?

Bir özdenetim uygulamasının amacı, kullanıcıların hayatlarını daha verimli bir şekilde düzenlemelerine yardımcı olmaktır.

Ego tükenmesi, başladığınız şeyi bitirme konusundaki inancınızı ve kararlılığınızı kaybettiğinizde gerçekleşir. Bir görevin ortasında bunu deneyimlememeyi öğrenin.

Özdenetim, kendinizi dürtüyle bir şeyler yapmaktan alıkoyma pratiğini içerir. Nasıl sahip olacağınızı ve ne zaman azaltacağınızı veya artıracağınızı  öğrenin.

Öğrenin diyorum çünkü günümüz insanının irade, özdenetim güçlerini artırma yetenekleri de artık kişisel olma yolundadır.

Örnek, bir ev hanımı ev işlerinden kurtulup bir türlü kendine zaman ayıramadığından bahseder. Çünkü kişisel, öznel irade yönlendirme yollarını bilmiyordur.

Şimdi bu kadın, ev işine başladığında kendine bir saat belirlese ve bir saat mutfakta iş yapacağım ve bırakıp piyano’nun başına geçeceğim dese ve bunu gerçekleştirdiğinde alacağı hazzı tatma imkanı olsa.

Ya da işyerinde ve çok  yoğun çalışan biri öğlen tatillerinde arkadaşları ile hep aynı şeyleri konuşacağı yerde erkenden yemeğini yiyip, o çok arzu ettiği denemelerini yazsa, öğleden sonrası bambaşka geçmez mi?

Her odanızda bir gitar,  bir tual boyamak üzere, bir makrome sizi bekliyor olsa.!!!!

Abartılı mı geldi? Her odanızda o odaya ait bir sürü gereksiz tozunu aldığınız süs objesi var ama. İşte değiştirmeniz gereken bu.

Olması gereken değil, sizin neye ihtiyacınız olduğudur.

22 Aralık 2020 Salı

HAYDİ TÜRK FİLMİNE

 

17 - 30 Aralık 2020

İstanbul Modern Sinema’nın, Türk Tuborg A.Ş.’nin katkılarıyla, Türkiye sinemasından yepyeni filmleri bir araya getirdiği Biz de Varız! programı bu yıl dokuzuncu yaşını kutluyor. Çevrimiçi ve ücretsiz gerçekleşecek program son yılın merak uyandıran, festivallerden ödüllerle dönmesine karşın vizyonda hak ettiği yeri bulamamış filmlerden oluşuyor. Biz de Varız!’ın açılışını dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin Eleştirmenlerin Haftası’nda kazandığı ödülle dikkat çeken, Azra Deniz Okyay’ın ilk uzun metrajı Hayaletler yapıyor. Film, İstanbul’un genelinde yaşanan elektrik kesintisiyle daha da distopik hale gelen bir mahallede kendi dertlerinin peşinden giden dört karakterin kesişen hikâyesini takip ediyor. Hayaletler’in de “En İyi Film” dahil beş ödülle döndüğü bu yılki Altın Portakal Film Festivali’nde “Behlül Dal En İyi İlk Film Ödülü” alan Ferit Karol’un Kumbara’sı orta sınıf bir adamın kefil olduğu arkadaşından kalan borçla girdiği yeni hayat mücadelesini anlatıyor. Gösterilecek filmler arasında bir apartmanın çatısına dikilen televizyon anteninin yaydığı öldürücü güç üzerinden gerçeklik algısının manipüle edilişini gerilim-korku türünde işleyen Bina da yer alıyor. Biz de Varız! seçkisinin önemli bir bölümü bu yıl adından çok bahsedilen Maddenin Halleri, Mimaroğlu, Ah Gözel İstanbul, Miss Holokost Survivor gibi belgesellere ait.  

Gösterimlerin yanı sıra filmlerin yönetmen ve oyuncularıyla kısa söyleşiler gerçekleştirilecek. Söyleşiler, İstanbul Modern'in YouTube kanalında gerçekleşecektir. 

Filmler gösterim programında belirtilen tarih-saat aralıklarında yayında kalacaktır.

2 Eylül 2020 Çarşamba

ENTELLEKTÜEL PARA


 Bir iktisatçı, olarak  kapitalizm belirsiz olduğunu kabul etmek zorundayım.

Neden ?

Yüzlerce değişken mevcut.

Sonuç  ?

Ve bu değişkenlerin istikrarını kimse garanti edemez.

Değişimin ana kaynağı kar ya da zarardır.

Yani yatırım ve tasarruf arasındaki dengedir.

Gelir arttığında tüketim artar.

Ancak tüketimin artış oranı, gelir artış oranından düşüktür.

O aradaki farkın ise tasarruf edilmesi gerekir.

İşte tam da bu yüzden toplum daha zenginleşirse, tüketim eğilimi değil tasarruf eğilimi aratacaktır.

Ve bütün bunların hepsi de, neye bağlı ?

ÜRETİM…..

Üretimi artırmak için ise yatırımı teşvik etmek, üretimi özendirmek gerekir.

Aman bu kadar karışık işlerle ne uğraşalım, diğer ülkelerden alalım gitsin, derseniz de

o zaman olanlar olur.

İthalat, bir ülkenin teknolojisine rağmen,  üretemediğini dışarıdan alırsa, bir zararı olmaz aksi takdirde tüketimi teşvik eder.

Öngörülü iktisatçı, Keynes, gerçek dünyanın rekabetçi ve serbest piyasa koşullarına uymadığını ileri sürerek, iktisadi çalışmaları yürüten insanların her zaman “rasyonel” hareket etmeyeceklerini vurgulamıştır.

Bu kadar ekonomi hatırlatmalarından sonra ülkelerin, tarım politikalarına sahip çıkıp, sermaye birikimlerini yatırıma yöneltme politikaları düzenleyip, olabildiğince dış ülkelere bağımlı olmaktan kurtulabilmesi gerekir. Bütün bunların yanında teknoloji harcamalarının en üst düzeyde tutulabilmesi için ar-ge araştırmalarına harcanan paraların önemli paylar tutması gerekir.

9 Nisan 2020 Perşembe

BAĞIŞIKLIK UÇURUMU




Tüm yazılarımızı https://www.youtube.com/channel/UCdKhsLe3pcLuOO_jfyru1kg  adresinden 

yenidünyayarat  hesabıyla videolu izleyebilirsiniz.

Bir zamanlar bir haber okumuştum. Haberde bir parkta yürüyüş yapan birkaç kadın saldırıya uğramıştı. Haberin devamında saldıran kişinin sözleri dikkat çekiciydi.
“Biz karnımızın açlığından, ağız kokumuzu unutmaya çalışırken siz fazla yemekten eritemiyorsunuz “diyordu.
Maalesef geçmiş, bizim peşimizi bırakmamaya devam edecek.  Geçmiş, peşinden izlerimizi sürükleyen bir uzun, kara pelerin olmuş.
Ne yediği vitaminlerinden,  gramlarına kadar hesap edilen insanlarla, üç öğünden birini karın doyurmak için seçmek zorunda kalan insanlar arasında bağışıklık seviyesi elbette ki aynı olmayacaktır. Bu hastalıktan kurtulma oranını, iyi beslenemeyen insanlar açısından oldukça düşük seviyelere çekecektir.
 Örneğin, Hindistan’da, şu an sokağa çıkma yasağı, zaten yaşam kalitesinin çok düşük olduğu bu kentte trajedi yaşattırıyor. Kayıt dışı işçilerin, kendilerini günübirlik hayata tutunma imkanının da ellerinden alınmasıyla yapılacak şeylerin kesinlikle insanüstü gayretler sarf ettirmesi gerektirdiğini maalesef tüm “Dünya” biliyor.
Üstü örtülerek yapılan tüm çalışmaların aslında delik bavullarla taşındığını ve yolda giderken ne zaman patlayacağını maalesef ki tüm “Dünya” korkarak ama hiç bir şey yapmayarak bekliyor.
Bu anlamda bakıldığında, şu an bir hastalığı iyi etmek için o hastaya ateş etmekten öte bir seçim olabileceğini düşünenlerde yok değil elbette. Ama onlarında imkanları kısıtlı.
Şimdi gelelim bulunası aşılara. Az olana talep fazladır. Bu da ekonomik anlamda o ürünü pahalı yapar. O halde bağışıklık oranı en yüksek olanlar, yani gelir seviyesi yüksek olanlar, bu aşıya daha çabuk kavuşacak anlamı çıkarabilir miyiz buradan?
Bağışıklık uçurumu, aslında gelir uçurumu, coğrafya talihsizliği ne derseniz diyin, ama kader olmamalı. En azından bu dönüm noktasından .
Bu yazımızdan itibaren tüm yazılarımız sesli bir şekilde youtube kanalımızda “yenidünyayarat”, bu istek kör okuyucularımdan geldi. Sevgiyle kendilerini selamlıyorum.



14 Şubat 2020 Cuma

PARAZİT


En sevmediğimiz parazit, en akla gelen bittir. Ne kadar rahatsız verici olduğu ona sahip olduğunuzu anladığınızda başlar. Ve bir anda ondan kurtulmak istersiniz. Çünkü size verdiği rahatsızlık sadece kaşıntı hissi değildir, artık kafanızda size ait olmaması gereken, sizin onu beslediğinize olan mide bulandırıcı bir düşünce oluşmuş ve bu günden güne siz ondan kurtulmadıkça büyüme eğilimindedir.
Yağdığında, sıcak bir şeyler içip gevşetip, dışarıyı seyretmek için evde kalma isteğini kışkırtan yağmur, bir başkası için evini lağım sularından kurtarma çabası ile soluk soluğa sırılsıklam bırakabilir. Bu sadece zengin ve fakir arasındaki ayrım olamaz. Öyle olsaydı bütün ihtiyaç sahiplerinin birbirini anlaması gerekirdi. Oysa ki ev sahibi misafiri sevmez, misafir de misafiri sevmez gibi sanki.
Uzun zamandır Oscar ödülünü kazanan filmi önceden tahmin etme hevesimi tatmin edememiştim. Ama bu sene bu filmi geçebilecek bir yapım yoktu zaten.
İnsanlığın tüm egolarını, tüm zayıflıklarını, tüm boş vermişliklerinin arkasındaki korkularını, tüm çaresizliğini, aslında varoluşlarının aksine tekrar kendilerini yaratma kaygısı içinde gerçekleştirmelerini daha önce çok az eserde rastladım.
Ama her zaman da söylediğim gibi sinemanın kendine ait avantajları var dezavantajları kadar. Ancak yönetmen bu avantajları hikayenin üzerine o kadar güzel kurgulamış ki bazen abartı sahneler bile size doğal gelebiliyor.
Seyretmeye değer bir film, ancak seyrettiğinizde umarım yağmuru eski   iç huzurunuzla beraber seyredebilirsiniz!!!!!
12.02.2020

30 Ocak 2020 Perşembe

ÇARESİZ


 Çaresiz, istediğine erişmek hususunda elinde bir çaresi olmayan, elinden bir şey gelmeyendir. Size tanıştırmaktan gurur duymuyorum. Elbette olumsuz duygular içeren bu kişilik çoğunlukla istem dışı da çaresizlik içinde kalabilir. Çaresizin, sağlıklı yiyecekler yiyip, çocuklarına sağlıklı yiyecekler yedirerek büyümelerini sağlamak aslında bir istek değil bir gerekliliktir.  Ya da düzenli bir şekilde ders çalışıp, sınavlarını başarıyla geçmesini beklemek ve mezun olduğunda geçimini sağlayacak bir işe yerleşmesi bir istek değil gerekliliktir. Hastalandığında hastalığının ne olduğunu bilmek bir istek değil gerekliliktir. Deprem bölgesinde yaşayan biri olarak çaresizin,  depreme dayanıklı olmayan, yüksek katlı  binalara girip yaşaması  bir istek değil gerekliliktir.
Çaresiz, gerekliliklere rağmen başına gelebilecek türlü alternatiflere boyun eğmiş kişidir. Çaresiz, neyin ihtiyaç, neyin hak olduğunu artık masallarda dinleyen kişidir.
Çaresiz, çoğunluk olduğunun farkında olmayan kişidir. Çaresiz aynaya baktığında kendinden başka birilerini de görme yetisine sahip olduğunun hala farkındadır.
Çaresiz, yaşlandığında emekli değil, öldüğünde emekli olacağını bilendir.
Çaresiz, hava durumu ile kendi psikolojisini ayarlaması için sabah akşam kendini programlayabilendir.
Çaresiz, bilgisayar teknolojisini sadece kullanıcı modunda kullandığında kendini bilim adamı sanması istenendir.
 Çaresiz, toprağının üstüne betonu diktiğinde, aç kaldığında onu yiyebileceğini düşünmesi istenen müteahhitlerin müşterisidir.
Çaresiz, resmini çektiği her şeyin yüzyıllarca aynı kalacağını düşünme gafletinde olandır.
Çaresiz, dünya üzerinde bir noktadan fazla olduğunu düşünerek kürek çekmeye devam edenlerdir.
Çaresiz, güneşin çıkmasını ısrarla beklerken, dışarıda yıkıp döken canavarın evine uğramaması için dua edendir.
Çaresiz, ……………………………………………..28.01.2020

9 Ocak 2020 Perşembe

KADIN, ÇOCUK, HAYVAN




Yüzlerce kadın cinayeti ve ihtimali güçlünün güçsüze kudret denemesi olamaz sadece. Durum böyle olsaydı aynı ekonomik verilerin izlediği seyir gibi bir aşağı bir yukarı ya da düz bir zemin üzerinde olması gerekirdi grafiklerin. Ancak uzun bir süredir yukarı doğru seyredir olması bunun tesadüfi bir durum olmadığını gözler önüne seriyor. Kadınların bilimle uğraşmaması gereken düşüncelerin üzerinden asırlar geçmesine rağmen,kadının ikinci şahsiyet olduğunu yerleştirilen bir düşüncenin vücut bulması halidir.  Korkarım azalmaya da niyeti yok. O kadar kökleri derine inmiş ki ağacın sökmek için çok kararlı olmak gerekir.
 Sokaklar, çalışan çocukları okula döndürmek isteyen gönüllü görevlilerle dolu demek isterdim. Ancak böyle bir şey yok. Çocukların yaşama bu kadar erken yaşta sarılmak zorunda kalması oların suçu değildir sanırım. Doğduğun ev senin nasıl bir kadere sahip olabileceğin hakkında büyük ipuçları verse de sözde tüm çocukların aynı eğitim haklarına sahip olduğunu savunmak için bayağı acemi bir avukat tutulmuş olması gerekmez mi ?
 Sayfalarca acı ve yalızlık dolu çığlık doldurabilirsiniz onların sesleriyle. Sesleriyle diyorum konuşabilselerdi eğer ya da dava açma hakları olsaydı sanırım mahkemelerde birinciliği kimseye vermezlerdi herhalde. Sokaklarda başıboş gezen onca hayvana rağmen hala sıcak pet shoplardan hayvan sahibi olmaya çalışan onca insan çok mantıklı gelmiyor.
Hayatın vitrini  size güzel vaatler sunuyor. Öyle ki o vitrine bakarken vicdan sahibi olunması gerekmiyor çoğu zaman. Vitrin göz önünde ve seçmesi gereken sizsiniz. Ne olacağını seçemiyorsun çoğu zaman. Eğer öyle bir seçme hakkın olsaydı kadın olmak, Çocuk olmak, Hayvan olmak için seçim şansınızı kullanmazdınız.

24 Aralık 2019 Salı

Gidiyormuş Gibi Durmak



Bir şeyler ters gidiyor. Geçen hafta Eskişehir’de gerçekleştirilen İklim konferansında bu saatten sonra harcayacağımız her yüz liranın yirmi lirasını iklim değişikliği nedeniyle harcamaya başlayacağız diyor. Ama biz hala çöplerimizi geri dönüşüme kazandırmak için belediyelerin bize çöp poşeti dağıtmasını bekliyoruz.

Bir şeyler ters gidiyor. Tüm dünya artık “Karanlık Fabrika” adı altında insansız modifiye üretime geçmek için kolları sıvadı. Ve kalifiye eleman fazlasına iş alanı yaratmaya çalışıyor. Biz hala asgari ücretteki üç kuruş artış için günlerimizi, saatlerimizi harcıyoruz.

Bir şeyler ters gidiyor. Karşıdaki yol verince şaşırır; tanımadan, günaydın, kolay gelsin deyince ajan kesilip sebebini arar olduk. Her poşeti bomba, her otostop çekeni serseri görür olduk. Kendi fanuslarında yaşayan ama elindeki cep telefonu ile dünyaya açılır olduk.

Son zamanlarda twitter’a düşen haberlere bakıyordum da hangisi daha normale yakın acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Adapazarı’nda pusete çarpıp çocuğu düşürdüğü için tekme tokat ailece dövülen garson mu?
AİDS’li ameliyat aletlerini tasarruf olsun diye diğer hastalara da uygulayacak kadar vakur hastane yöneticisi mi?

Bebeğini ev gezmesine gidip ondan kurtulmak için onu orada unutan anne mi?

Hunharca katledilen kadınların aslında hunharca kaydedilmediği gerçeği mi?

Yoksa yıllardır değiştirmediğiniz kafamızın içindeki kalıplar mı?

Siyasete bakışımız; diğerleri daha iyi mi sanki!!!

Krize bakış açımız; Kriz mıriz yok AVM’ler insan kaynıyor.

Adalet düşüncemiz; Mutlaka bir şey yapmıştır?  Boşuna mı içeride!!

23 Ekim 2019 Çarşamba

Beyaz Çığlık






 Neşeli ayaklar çizgi filmini seyredenler hatırlayacaktır. Kuzeyde balıklarını izinli, izinsiz avladıkları için aç kalma tehlikesi ile karşı karşıya gelen penguenler ve bunu engellemeye kararlı, farklı ve farklı olduğu için babası tarafından bile dışlanan bir penguenin hikayesi. Bu penguen kendi dilinde bu maruzatını anlatmaya çalışsa da bunun imkansızlığı, onun ayakları ile yaptığı dansın dili oluyor. Ve ülkeler, o denizlerde avlanma yasağı getiriyorlar.
 Gerçekte ise, bir mavi balina,  boynuna naylon poşet dolandığı için ölen yavrusunun “ölme sebebi”ne inanmadığından, onu kilometrelerce taşıyor.
 Bir başka gerçek, Noc adlı 9 yaşındaki bir beyaz balinanın, normalin altındaki oktavlarda sesler çıkardığını keşfediyor California Ulusal Deniz Memeliler Vakfı’ndan bir dalgıç.
Hayvanlar önce animasyonlarla konuşmaya çalışıyor sonra ise gerçekten konuşmaya çalışıyor. Onları kurtarmamız gerektiği ile ilgili çok büyük çığlıklar atıyorlar.
Bugün ise, büyük süper marketlerin birinde bir hanfendü, poşeti para ile satmaya çalışan tezgahtara bağırarak buna hakkı olmadığını haykırırken o hayvanların her taraftan asıl onun buna hakkı olmadığını söyleyen nağmeleri titretiyordu ortalığı sessiz sessiz.
 İtalya'da naylon poşet 2011'den bu yana yasak. Uymayanları engellemek için yapılan düzenleme naylon poşet yasasının ihlali durumunda 25 bin euroya kadar para cezası öngörüyor.
Fransa Çevre Bakanlığı'nın verilerine göre 2014'te kasalarda 5, sebze ve meyve reyonlarında ise 12 milyar naylon poşet dağıtıldı. 2017'den itibaren poşetler ortadan kalktı.
İngiltere 2015 yılından beri insanların kendi alternatif çantaları ile alışverişe gitmelerinin bir alışkanlık olduğu gözleniyor.
Norveç’te insanların ısrarla poşet temin etmeye çalıştıkları hatta kendi bez çantaları ile alışverişe gelenleri tuhaf karşıladıkları yaygın.  Kişi başına 3 kilo plastik demek olan bu sarfiyatın %80 inini tekrar dönüştürerek çevre kirliliğinin önüne geçmeye çalışıyorlar.
ABD en çok naylon tüketen ülkelerin başında geliyor. Ama 5 cente varan ücretler kullanımı oldukça etkili bir oranda düşürdü.
Hindistan naylon poşete  aşık ki aldıklarını dolaplara koymak yerine poşetler halinde saklıyorlar. Ve yasaklar ciddiye alınmayacak kadar cılız.
Çin 2008 yılından beri ücretli yaptığı poşet kullanımının cezasını da çok yüksek tutmuştur. Ama bin 370 euro tutarındaki cezaya rağmen halen poşet kirliliğinden kurtulamadı.”DW MADE FOR MİNDS alıntıdır.






21 Nisan 2017 Cuma

AKDENİZ



Pedalımı çevirmeye başlarken Akdeniz esintisinin beni nerelere alıp götüreceğini  merak ediyordum. Aynı yolu her gün almanın neresi merak edilecek diye sorabilirsiniz. Şimdi anlatayım o zaman dayanın arkanıza……
 Deniz kenarındaki lisenin deniz gören kocaman bahçesi, uçurtma çiçekleri ile dolmuştu. Gençlerin yüzündeki gülme alışık olduklarınız gibi değildi. Göğe çıkan umutların ne olursa olsun yeşermesi gerektiği gibi, inşaat için getirilmiş kumun içinden fırlayan filizler gibi.
 Mimozaları, ud nağmeleri ile dans ettiren yaşlı beyefendi, günlerin geçiş serenomisine eşlik ediyor.  Ama hiç acelesi yok. Çünkü acelenin tüketmek olduğunu bilecek kadar yaşamış.
Japon çiçeklerinin koyu gölgesi okul kaçamaklarının kahvesi olmuş. Tam da çektikleri canlı yayına giriş yaptım bisikletimle. Gençlik iksiri onların havalarındaydı sanki bol bol içime çektim.  Dönüş yolunda gördüğüm ölü kumru, özgürlüğün sonsuza kadar sende kalmayacağını yine hatırlattı bana. Hızlandırdım pedallarımı, kalktım selemden, Akdeniz rüzgarı, saçlarımın arasından geçerken, gökyüzünün mavisini tutmaya çalışmayacaktım.

21.04.2016

4 Ocak 2017 Çarşamba

KALP ATIŞI KADAR


İçiniz titrerdi onu her gördüğünüzde, elini her tuttuğunuzda ayaklarınız yerden  kesilmişçesine mutluluk hissederdiniz. Ne kadar yaklaştınız ona, son zamanlarda kalbinin artık yorgunluktan ve düşünceden, yılların ona yüklediği ağırlık altında sıkışmasından daha yavaş attığını duyacak kadar yakın mıydı anımsar mısınız ?

Ya küçücük olan kucağınızda, canınız yanar her düşüşünde, her gözyaşı bir ömrünüz olur ateşinde. Kimse üzmesin onu arzu haliniz sorulsa dersiniz. Peki hayata, her sabah gözlerini açarken tekrar doğduğunu, kibri, fark edişleri, yeni yeni keşfi ama gülmeyi, kahkahaya çevirmekte ki doğuştan gelen yeteneği, her şeyi oyuna çevirme yaratıcılığını gösterirken, hiç onun kalbinin yerinden çıkmışçasına atışına kulak kabartacak kadar yaklaştınız mı en son ne zaman hatırlar mısınız ?

28.12.2016

19 Ekim 2016 Çarşamba

DENGE

Her şeyi boşlayarak yaşayabilmek nefes alabilmek gerekir. Nefes almak için sevilmeye, saygı duyulmaya ihtiyaç yoktur. Ama yaşamadığını anlayabilmek için bunlara ihtiyacın var. Ekmeksiz susuz yaşanmaz. Onlar zaten sende var. Ruhunda, özünde onlarla berabersin. Kimseye zorla senin kıymetini bildiremezsin, gözleri kör ise, kimseye tatlı sözler söyletemezsin, dilsiz ise. Hayatı kendine cehennem edip elin boş dönmektense, her gün hayal kırıklığı yaşamaktansa  niye gülüp geçmiyorsun ki inan bana daha kolay. Sadece yüksek bir eşikten atlamak gibi.  
Düşünün ki insanoğlu nice yetenekleri, yıllar sonra adeta eserlerini milyonlarca dolar vererek güven altına almaya çalıştığı sanatçıları sefalet içinde gözlerini yummalarına seyirci kalmıştır. Zaman gelince kocanız, çocuğunuz, anneniz, babanız, kardeşleriniz bile, sizi kıracak o güne kadar onun için yapmaya çalıştığınız her şeyi yok sayıp alalede biri gibi davranabilecektir. Lütfen rica ederim buna alınmayın. Buna doğanın bir kanunu gibi bakın, siz de sizden öncekilere yaptınız bunu belki. Ama haklıydınız. Onlar da kendilerine göre haklı olabilirler. Hayatın zaman olarak geçtiğini kabul ediyorsanız, hayatın sizin zamanınızdaki gibi olmadığını kabul etmek mecburiyetindesiniz Eskiden çalışmayan bir kadın, bazı şeyleri kanıksamaya mecburdu. Şimdi çalışan bir kadında da aynı şeye mahkum. Bunu perhiz yapan bir vücudun ilk zamanlarda şeker yemeyince verdiği tepkiye zamanla alışıp şeker yemesede tepki vermemesine benzetebiliriz.  Yani çalışıyor olmanız veya olmamanız bir süre sonra sizin söz hakkına sahip olmanız konusunda bir ayrımda bulunmuyor. Elbette bunu kendinizi tamamen teslim edin modunda söylemiyorum. Ama kibir ve ukalalık moduna girdiği zaman evliliklerin çabuk devrilme aşamasına girmesinden ve asla yakalanmayacak bir mutluluk tramvayına dönmesinden korkuyorum.
Hayatı, olduğu gibi kabul etmekten başka çaresi olmayan biri gibi umutsuz değil, ama rüzgar değirmenleriyle tek başına savaşacak kadar da fütursuz olmayınız. Kadının en iyi yapabildiği şey bu zaten “DENGE”
17.10.2016