Ev
soğuktu. Annesi rahatsız olduğundan akşamdan sönmüş sobayı yakamamıştı. Bayat
ekmeği en azından sobada ısıtıp üzerine yağ sürüyordu. Şimdi onu da
yapamayacağından birden iştahı kaçmıştı. Ama hiç birşey moralini bozamayacaktı.
Çünkü yarın babası gelecekti. Arefe Günü idi. Oturdu bayat ekmeği afiyetle yedi
ve annesine de teklif etti. Annesinin gerçekten rengi solgun görünüyordu. O da
üzülüyordu. Aylar sonra kocasına bu kadar çirkin görünmek istemiyordu. Ama
karın altında bulaşık ve çamaşır yıkamak onu bu hallere koyuyordu. Öğleden
sonra biraz ayağa kalkmaya çalıştı. Erkek çocuğu olmasına rağmen annesine çok
yardımı dokunuyordu. Hava gittikçe soğuyordu. Kar insanı acımasızca soğuktan
titretiyor, sıcaktan buz gibi eridikleri günleri, ağustos böceklerinin yaşam
çığlıklarını iple çeker olmuşlardı. Evlerinin camı, buz sarkıtlarının arasından
görünen yola bakıyordu. Etraf öylesine karla dolmuştu ki ufukta beyazdan başka renk yoktu.
Kapılarının önündeki üçüncü basamak hep biri
geçtikten beş altı saniye sonra çıtırdardı. Birinin geldiğini hep oradan
anlarlardı. Hemen küçük camdan sarkıtların arasından bakar eğer sevmedikleri
biri ise evde yokmuş numarası yaparlardı. Çünkü misafirlerinin çoğu doğudaki
savaşın yersiz olduğunu, babalarının boşuna ölüme gittiğini, ekmek parasını
başka yerlerden de kazanabileceğini söyler zaten canları burnunda yaşama
sarılmaya çalışan dallarını bir bir koparırlardı. Onlar da bıkmıştı tabi ki
anne, kocasız buz gibi yatağa yatmaktan, ufaklık ise babasıyla doya doya
oynayamamaktan.
Zor da olsa annesi kalkıp mutfağa girdi. Ama
içinde hep bir burukluk vardı. Bunu hastalığına yoruyordu. Her zaman ki gibi
işe koyulmadan ekmek kırıntıları fırlattı karın üstünde bekleşen kuşlara. Her biri
saygıyla birbirinin ekmeğinin önünden geçerek kendi ekmeğini yedi. Güneş, kar
bulutlarının arasından selam veriyor, çabucak kayboluyordu arsız bir çocuk
gibi. Buz parçaları ile
arkadaş
olmuştu bugün okula giderken batmıyorlardı, incecik, köselesi erimiş, ayakkabıdan.
Üşümüyordu yüzü, minicik elleri bile kızarmamıştı soğuktan. Canının çektiği ne
varsa getirecekti sanki babası gelirken. Bütün gün babasına okuma yazmayı nasıl
öğrendiğini, annesine nasıl yardım ettiğini en önemlisi ise onu nasıl
özlediğini anlatacaktı. O kadar çok şey vardı ki onları kafasında sıraya
koyuyordu. Acaba hangisinden başlasa?
Anne kocasının en sevdiği yemeği patlıcanlı
pilavı ocaktan indirirken, yüreğinde öyle bir acı hissetti ki neredeyse elinden
tencereyi düşürecekti. Normaldi halsiz düşmüştü günlerdir doğru dürüst yemek
yememişti. Uzun, simsiyah saçlarını taradı. En son aynaya baktı. Yaşlanmıştı
gencecik. Usulca uzandı kanepesine, yastığa kafasını koydu. Dalmıştı.
Ertesi gün erkenden kalkıldı, yataklar
düzeltildi. Kahvaltı hazırlandı. İnanılmaz bir kıpırtı vardı içlerinde. Her an
buz sarkıtları ile dolu küçük tahta çerçeveden tanıdık biri görünebilirdi.
Beyaz hiç bu kadar güzel görünmedi gözlerine. Hiç konuşmuyorlardı. Gözleri
birbirlerine anlatıyordu zaten. Nereden ellerine geçti kim getirdi bilmiyorlar;
kocaman kapaklı dergide deniz dedikleri kocaman masmavi bir tarla görüyordu.
Tarlanın üzerinde kocaman tekneler nokta nokta beyaz, lacivert rengarenk.
Onlarla beraber güneşi selamlıyor, o mavi arsanın kokusunu, tadını, ıslaklığını
hissetmeye çalışıyordu. Aklında hep babasının kirli sakalı vardı uykusu
geldiğinde kucağında oynadığı. Hatırladı o sabah göreve giderken kendisine
söylediklerini;
-Oğlum bir
millet kin ve öfke duyarsa içinde kendini sevmiyor ve saymıyor demektir. Öldürmek
veya öldürülmek seçtiğin tarafla ilgili değil aslında, yaşadığın kadarla
ilgilidir. Sen sen ol değer verdiğin şeyler için savaşırken dik dur her zaman.
” İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin
cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını
şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek
kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip
kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup
edilemezler.” Alıntı
O
zamanlar ne demek istediğini tam kavrayamamış, bu işi babasının yapmak zorunda
kalmasını anlayamamıştı. Ama yıllar ona, bu işi birilerinin yapması gerektiğini
öğretmiş, kendisini babasız bırakma gafletini affedememiş, bu ne yaman çelişki
ki babası ile gurur duymayı sevmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder