“Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil
mi?
Hiç vaktiniz yok, “Fast live”, “Fast food”, “Fast music”,
“Fast love”…
Dikte ettirilen “yükselen değerler”, “in” ler, “out” lar…
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen
bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar,
Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da
hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın
keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan
zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz
bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza
megabaytlarınız mı yetmiyor? “
Yıllar önce yazdığım ve kitabımda yer alan”Bakmak ve Görmek” adlı yazımdan alıntılarla başladım bu hafta.
Bakmak ve görmek; farkına varmak,
gafletten uyanmak, odaklanmak, sezmek, şahit olmak, kalben
hissetmek, dikkat etmek gibi anlamları karşılayacak
biçimde kullanılmıştır. Günümüz insanının geçirdiği evrim
sonucu, farkındalığın günden güne azalması, etrafa verilen
tepkilerin bölgesel olmasına ve gitgide şahsileşmesine neden
oluyor. Herkes, oturduğu yerden verdiği tepkilerin, yerine
ulaştığını düşünecek kadar umursamaz olmaya doğru
yol alıyor. Her zaman gözünün önünde olan şeylere karşı
aşinalık, onun aykırı bir durum olarak görülmesini engelliyor.
Gözlerimiz ve algılarımız arasındaki bu uçurum, bir süre
sonra kapanması imkansız hale gelecek.
Yunus Emre, Mevlana; bakmak ve görmenin ötesine
gitmişler ,yüzyıllarca önce, irfan ve müşahede yoluyla görme
düzlemlerine ancak sıradan/günlük tecrübe düzeninden
çıkarak ulaşmayı başarmışlardır. Onların insana bakış açıları;
onun bir ‘sevgi varlığı”, sevginin de insanda birleştirici,
bütünleştirici bir eğilim niteliğinde olduğudur. İyiliği emretme,
kötülükten men etme düşüncelerini anlatmayı
amaç edinmişlerdir. Yeni şeyleri keşfetme içgüdümüzü birazda
13.yüzyılda bile var olan Yunus Emre’nin şiirleri , Mevlana’nın
Mesnevi ‘si ile insanın var olan duyusunu tekrar
hissedebilirsek ne mutlu bize. Ne mutlu farkında olana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder