10 Ağustos 2012 Cuma

TAKVİM YAPRAKLARI

Sonu gelmeyen yaramazlıklar yaparken aslında  o kocaman bir çocuktu.
  Bir fincan kahve vardı  önünde falı kapatılmış. Açmayı unutmuş olduğunu farketti  işe daldığından .Kurumuştu ama yine de açtı fal kapalı kalmazdı ne de olsa değil mi? Yudum yudum içilmişti. Hayat gibi. Kimisi öyle yaşamaz mı hayatı keyfekeder.  Kimisi dertlenir kederlenir en olmadık şeylere üzülerek .
 Hastanede yatmalarının on beşinci günündelerdi. Kafe tıklım tıklımdı. İnsanlar buradan kaçmadan son bir bardak daha çay içelim diyorlardı herhalde. Etrafta sakinlik ve onun içinde bir telaş vardı aslında. Dokunulan herşeyin hastalıklı olduğu hissi uyanır ya hepimizde. Bir iğrenme duygusu kaplar tüm bedenimizi. Aslında sağlık aradığımız bir yer değil mi burası. Tezatlıklar ülkesi işte. Bunları düşünürken doktorun kontrole geleceğini unutmuştu. Acele adımlarla poliklinik sırası bekleyen onca kişinin arasından dalarak hasta katına çıkmaya çalışıyordu. Elektrikler kesildiğinden asansör çalışmıyordu. Biraz daha hızlanmazsa şayet sıradakiler sıralarını alacağını düşündüğünden onu hükümsüz asabilirlerdi.
 Yapılacak her şeyi  denemiş , kitap okumuş, film seyretmiş, soğuk bir bez parçası ile hastasının görünen yerlerini temizlemeye çalışmıştı. Ancak zaman geçmiyordu. Ve yapılacak şeyler listesi en sığ yerine gelmişti neredeyse. Evdekilere işi olmadığı gerekçesi ile hastanede kalabileceğini söylemekle hata mı yapmıştı acaba. Bunu düşünmek için geç kalmıştı. Zaten yaşlı bir insandı dedesi her an ölüm tehlikesi ile burun buruna olan bu insanı kalp hastası başka biri-annesi- ile bir araya getirmek ne kadar akıllıca olabilirdi.
 Yaramaz kuşlar pencerenin önüne attığım ekmekleri yemek yerine etrafa saçıyorlardı. Onların yüzünden hemşireden güzel bir azar işittim. Ne vardı ki bunda. Ama siniri yüzüne yapışmış bu hemşire yaşarken nasıl nefes aldığına şaşıyordum. Duvarlar ilk buraya geldiğimizde bembeyazdı bu kadar zamandan sonra bej rengi olduklarını farkettim. Yanı başımızda duran metal gri etejer o kadar eğreti idi ki kayalık, dik deniz kıyısı sarp kayaları andırıyordu düştü düşecek. Ama zaman ona dürüst davranmış yerini oynatmamıştı. Bir insan onu canlandırıncaya kadar. Diğer iki hasta odada sürekli değişiyordu. Dışarda akan hayatı kıskandırır gibi burada da başka bir hayat var der gibi
 Hademe bu sıcakta sanki battaniye gibi kısa kollu bir tişört giymişti. Onun içinde bedeninin bana acı acı bakan çıplak yerlerini görmezden gelerek elimdeki sıkıcı kitabı okumaya çalıştım. Ancak sorun kitabın okunmaya değer olmadığı değildi , canı sıkılmak  deyiminden kaynaklanıyordu. Bir insan canı sıkılınca istediği şeyi yapmaya hak kazanıyorsa şimdi avazım çıktığı kadar bağırmak ama kimsenin beni duymamasını isterdim. Ya da  hiç sevmediğim mecburiyetten okumak-hayatımı kazanmak için-bitirmek zorunda kaldığım okula gidip kaydımı sildirebilirdim. Ya da şehrin ortasında geçen büyük kanala girip çırılçıplak yüzmeyi, lunaparkta dönen salıncaklara binip ininceye kadar kusmayı, trafikte kırk derece sıcaklıkta elli km hızla gidip milleti arkada korna kuyruğuna sokmayı ve daha bir sürü saçma bir o kadar da delice şey aklıma sırayla giriyordu. Sırasını savan  şiltenin altına, kolonya kapağının üzerine, serum şişesinin markasının yanına, ıslak mendilin açık kalan kapağının üzerine yapışıyordu. Bir süre sonra  yapışacak ve konacak bir şey bulamayınca ortalıkta öncekilerin üzerine yapışıp onları unutturmaya başladıkları sırada, doktorun hastayı değil de beni uyandırmaya çalıştığını hissettiğimde,  kolumun ve ayaklarımın uyuşmaktan hareket edemediğini farkettim.  Kısa boylu, gülen yüzlü doktor bana hastaları karıştırdığı esprisini yaptığında yüzümün bu kadar soluk olduğunu farketmemiştim.  Biraz yandaki  odada yatmamı ve daha sonra yanıma  kontrole gelmemi söyledi. Önce reddettim ama  sesimi kesmem gerektiğini anladım ve lafımı yarım bıraktım. Zaten bir sürü hastaya yetişmesi gereken gülen yüzlü doktor cevabı beklememişti bile. Acaba hastanedeki bu tempodan sonra  gerçek hayatında, hayır bu sahte hayat mı ;  kendi hayatında-niye bu başkasının hayatı mıydı ? İşte doğru kelimeyi bulamadıklarından İş Hayatı demeyi uygun görmüşler. Sadete geleyim bu tempoyu orada da sürdürürler mi? Yoksa eve giderken reklamlardaki gibi arabaların içinde müzik dinleyerek hayatın aslında olması gereken ritmine mi dönerler? Neyse ayakkabılarımı hemşirenin de yardımıyla-nedense- çıkartıp  yatağa uzandığımda gözümü kapamak yerine etrafı incelemeye koyuldum. Duvardaki insan anatomisi iç yüzü  bütün her şeyi ele veriyordu. Bu kadar açıklığa rağmen hala kas ve yağlarla bir şeyleri saklayabiliyorduk inanılmazdı. Çok rahat olduğunu düşündüğüm bu sedye bir süre sonra hasta olmayanların hastane çıkışında baş ağrılarının olması gibi beni de tedirgin etmişti. Dışardaki anonslar duyuluyordu. Dr Tarık Bey ameliyathaneye lütfen; Dr Pınar Hn Kulak Polikliniğinde bekleniyorsunuz. Acaba gitmeyi mi unutmuştular, yoksa  birileri daha çok mu ilgi bekliyordu?  Giderken benim sınava girdiğim gibi heyecanlansalar düşünsenize. Ben düşük not alırım ama onlar insan nefesi yoksa…..  Can mı dayanır buna . Benim uyumam gerekmiyor muydu? Bazı insanlar vardır araba ile trafikte iken plakaları okur. Bir süre sonra bir hasta haline dönüşür. Hiç anlamadan  hastalık haline dönüşen ama hasta olmadığını düşündüğü için doktora gitmeyen, hatta normal  insanlara kendine benzemediği için hasta muamelesi yapan insanlarla hiç tanışmadınız mı? Eğer yanıtınız  hayırsa bu dünyalı değilsiniz demektir. Siniri yüzüne yapışmış hemşire kapıyı tıklatmış o olduğunu bilsem hiç sesimi çıkartmazdım. Doktorun beni beklediğini attı ortaya. Çünkü yüzüme bile bakmıyordu. Yavaşça kalkmama rağmen başım dönmüştü. Yerleri silen hademenin yanından geçerken sabahtan akşama aynı yeri sildiğini düşünmeye başladığım için acımaya başladım. Odaya girdiğimde bembeyaz bir silüet içinde karşılayan gülen doktor, röntgeni inceliyordu. Hiç durmaz mı bunlar diye aklımdan geçirdim hızlıca yanıma gelirken. Sırtüstü uzanmam için hafif bir el hareketi yaptı. Uzun ve sessiz bir muayeneden sonra okuduğu bilmeceyi çözmeye çalışan birinin yüz  ifadesine büründü gülen doktor.  
  -Hastane duvarlarına yazılması gereken bir söz; Yaşlılar verilmiş bir sözlerinin olduğunu düşündüklerinden önce kendilerinin öleceklerinden emindirler. Bu yüzden ellerinin altında bulunan gençlere, çocuklarına, torunlarına bilerek ya da bilmeyerek hayatı zehir edebilirler.-
 Daha sonra istenen bir yığın tetkikten sonra , öğrendiğim kadarı ile sırayı bozmuştum. Şimdi ise yukardan aşağıya baktığımda hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum.
 Son uykumda her zamanki koltuğumdaydım. Koyu soğuk bir bordo koltuğun üzerinde oturuyordum bir kitapçıda. En fazla yapmayı sevdiğim şey. Herkes orada bir yerlerde kitap karıştırırken ben de onları karıştırıyordum onlar anlamadan. Genç kirli sakallı bir çocuk ona bakarken, gülümserken beni yakaladı. Ama hangi niyetle baktığımı anlamadığı için kızmadı. Ben ise onun düşüncelerini çalmaya uğraşıyordum aslında benliğinden hareketleri ve mimikleri ile sezdirmeden etrafa dağıttığı. Biraz sonra hamile bir kadın girdi içeriye, kocası sonradan dahil oldu kendisine. Bir kaç dergi aldı. Biri eminim çocuk dergisidir. Nedense bu kadar sevdiğimiz ve düşündüğümüz bir varlığı büyüyünce nasıl boğacağımızı bilmeden tekrar tekrar yaratmaya çalışırız. O zaten daha ilk andan itibaren yaratılmamış gibi. Zaman hızla akıyordu. Bazen yeşil gözler beyaz gömleklere akıyor. Bembeyaz saçlar bir sırt çantasına takılıyordu. Herkes buraya hayattan bir şeyler çalmaya gelmişti ben hariç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder