Kırlangıçlar son
turlarını atıyorlar telaşla.Leylekler geç gelmenin hüznünden olacak toplanmanın
zorluğunu yaşıyor, dönüp duruyorlar tepemizde.Mevsim dönence, biz onu takip
edercesine, geriden bakıp kalıyoruz, ertelediğimiz şeylerin utancını
kapatan,yapabildiğimiz şeylerin bıraktığı kırıntılarla.Bu arada “Dünya”
dediğimiz barınak ise,bize alametlerini gösteriyor ve bizim ona layık
gördüklerimizle kararsız.Dünyanın bir yerinde mesela Gazze’de çocuklar ölüme
terkediliyor umarsızca,kadınlar göz göre göre satılıyor,tecavüz ediliyor
hayasızca.Kuzey kutbunu tüm uyarılara rağmen işgal etmeye çalışan petrolcüler,
gözleri dönmüş, kalan çocukların geleceğini karartmak için uğraşıyor.Biz
etrafımızı anlamak için ya da anlayamadığımız şeylere mantıklı gerekçeler
yaratmaya zaman harcarken; aslında, çoğu, insanüstü kötülüğe gözümüzü kapatarak
ilerlediğimizi düşünüyorum.Aynı bilmediğimiz karanlık bir odadan geçerken,
gözümüzü kapatıp yol almak suretiyle, karşılaşacağımız şeyi görmemenin,
dolayısıyla korkulacak bir şey de
olmadığını hissetmek gibi.Ya gerçekten korkulacak, hem de dehşete
düşülecek bir şey var ise.Adamın birinin papağanı varmış.Bu papağan her gün
“bugün kıyamet kopacak” diye bağırıyormuş.Adam bir gün dayanamamış ve papağanı
kafasından vurup öldürmüş.En azından papağan için kehanet gerçek olmuş.Bizde,
kimse bağırmayınca, kıyamet kimsenin başına gelmiyor rehavetini mi yaşıyoruz
insanlık olarak acaba.
1942
yılında, yazar Stefan Zweig, Hitler’in kurmak istediği düzenin kalıcı olacağı
endişesini duyduğundan, öyle bir dünyada yaşamaktansa eşi ile beraber intihar
etmiştir.Yıl 2014, dün oynadığı filmlerle, insanları hayata bağlamak için en
iyi yolu bulan insan, Robin Williams, evinde ölü bulundu. İntihar etmiş olabileceği
söylendi.Tek düşünebildiğim bu saçmalıklara dayanamayınca yapılacak tek şeyin
kaldığını mı düşünüyorlar herşeye rağmen.Bundan emin olamayız ama bir şeyden
eminim onu da en güzel anlatanlardan biri de Gabriel Garcia Marquez’di.
“Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit
giyinir, yüzümü güneşe çevirir,
sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve
güneşin,göstermesini,beklerdim.
Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti
şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını
hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne
kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak
sağlardım.
Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini
öğretirdim.
sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve
güneşin,göstermesini,beklerdim.
Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti
şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını
hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne
kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak
sağlardım.
Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini
öğretirdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder