Hep başkalarının hikayesini okursunuz. Peki ya bir gün, okuduğunuz hikayenin kendi hikayeniz olduğunu anlarsanız sonunu okur musunuz ? Ya da sonu tekrar yazmak için mi uğraşırsınız ? İşte bu böyle bir hikaye.
Uzun zamandır hayalini kurduğu, onunla yatıp kalktığı, ama görünmeyen ve dokunulmayan bir isteği vardı. Ne daha çok para, ne de daha güzel bir yemek takımı idi isteği. Sana bağlı olmayan istekler, başkasının eline bakan isteklerdir. Onlar, hep daha beklenti dolu olmuştur. Hayatım boyunca, karşıma, sürekli, benden kaynaklı sorun çıkarmasını istedim tanrıdan. Çünkü, öteki türlüsünü, nasıl çözeceğimi, bir türlü kestiremiyordum.
Şans eseri tanıştığı kocası, kendi halinde, yakışıklı, halim salim, bir askerdi.. İlk evlendiklerinde, sahanda yumurta yemeğe, Eminönü’ne gittiklerini anlatırdı, kadın ara sıra. Konuşa konuşa gidip dönerlermiş yuvalarına. İlk tanıştığı ve çıktığı insanmış ikisi için de ikisi. Gazeteye yazılan muhabbet mektupları, çok gelince, ilk defa, arkadaşının hatırı üzerine, böyle bir şey yapan kadının mektubu, hayatında kendine gelen mektuba, aşık olacağını aklına bile getirmeyen, bir adama rast gelince, bu da senin olsun dendiğinde çizilmiş kaderleri. Ne barda, ne okulda, ne de sinemada ya da parkta. Kaderin, birbirine uygun olacağını düşündüğü bu iki insan, soluğu nikah dairesinde almışlar. Yarım günlük geçirilecek bir zaman için, askeri okuldan atılma pahasına katlanılan otobüs yolculukları, sayfalarca saman kağıtlara yazılmış mektuplar ve sonradan renklendirilmiş bir vesikalığa bakarak, hayal edilen onca büyük dünya, kısa bir zaman sonra unutulmuş, ikisinin bile sığamayacağı bir hal almış.. Neden sorusu, kimse tarafından sorulmamış. O kadar çok şikayet dile gelmiş ki, zaman içinde iki tane çocuğun, bu konuda ne düşünmesi gerektiği bile unutulmuş. Çocuklar şu sorudan nefret ederler sadece, sen en çok kimi seviyorsun bakayım ? Babanı mı anneni mi ?
Evlendikten hemen sonra, gidilen Kıbrıs Barış Harekatı, başlangıç noktası olmasa da sebebiyete yuva kurmuş. Bu arada, sorgusuz, sualsiz çocuklarını büyütmeye çalışan bir kuş misali, didinip durmuş ana kuş. Bir süre sonra, çocuklar kendi ihtiyaçlarını, kendi karşılamaya başlayınca, kadındaki huzursuzluk ayyuka çıkmış. Yetmiyormuş ama ne. Bunun adı hala koyulamamış. Para, sevgisizlik, ilgisizlik, hoşgörüsüzlük, saygısızlık, belki de tüm “sızlı” kelimeler. Bu “sız”ların üstüne kurulan çadır bir süre sonra kadından başka hiç kimseyi içine almaz olmuş, ne kadar içi büyüse de. Tüm bunların, bir başlangıç noktası olmalıydı. Öyle ya bitişi olan her şey gibi.
Adam, kendisine bir şey sorulmasından pek hoşnut olmayan bir tavırla yaklaştığından, genelde çocuklar anne ile irtibat kurar. Ancak, para gereksinimi işlerinde baba bilgilendirilirdi. Ama buna babanın razı geldiğine şüphe yok. Çünkü iki çocuklu bir ailede, bu kadar az bir zaman, ailesel mevzuların beraber konuşulması baba tarafından şüphe ile karşılanmalıydı. Ama karşılanmadı.
Gel zaman, git zaman sabırsızlıklar, eleştiriler, uyumsuzluklar, geçimsizlikler o kadar doğal bir hal aldı ki, bir süre sonra bunun normal olduğu zannedildi. Sanki etraflarında, herkes bu şekilde hayatını sürdürmekte idi. Geçmiş kaynaklı sorunlar, geleceğe yansımış, parlak bir aynadan, gözlere girmeye başlamıştı. Bu, sessizlik yaratacağına kaçışı hızlandırdı.
Vücutları bu ortama, onlar kadar alışmadığından kadın, bir süre sonra, kocası istese de bir yerlere götüremeyeceği bir hastalığa tutuldu. En azından, tekerlekli sandalye ile hastane ziyareti dışında. Uzun bir süredir, zaten sanal olarak, anneyi, çocuklarına emanet etmiş adam için, aslında tek bir şey değişmişti sadece. Artık kendisine cevap verecek, tenkit edecek biri kalmamıştı. Seyrederek, bütün bunlara katlanma eziyetine uzun süre dayanamadı zaten kadında. Baba yerinde kalmış uzun bir süre daha yaşamaya mahkum edilmişti, adeta acaba hala tekrar yazabilir mi diye sonunu.
Çocuklarımıza, verilen sözlerin tutulmasını öğretiriz. Ya da asla tutamayacağı sözler vermemesini. Evlilik bir sözse, bu sözü hangi yetişkin tutmak için yeniden yazıyor hikayesini ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder