Kalem ve ben, ne yazacağımızı, kafa kafaya
vermiş düşünürken, kızımın günlüğünü karıştırmak geldi aklıma. Tabi ki, kendi
günlüğü değil, benim onun hakkında, hamileliğimden beri tuttuğum günlüğü. Bir
anekdot gözüme çarptı. Ben, sizinle, şu an üzerinde çalıştığım, bir film
senaryosu haline getirilmiş, bu kısmını paylaşmak istiyorum.
Sahne, televizyon ekranında, oynayan bir çizgi
film ile başlıyor. Anne, baba ve çocuklar, çocuklardan biri mama sandalyesinde,
hep beraber seyrediyorlar. O sıra, abla yemeğine ara vererek,
-ABLA; Anne, arada sırada
kötüler kazansa heyecanlı olmaz mıydı?
-ANNE; Bilmem belki de !
-ABLA; Baba, kötüler
kimlerdir ?
-BABA; Kötülük yaptığı için önce kazanan, ama eninde sonunda kaybedenlerdir
?
Anne ve baba bakışırlar.
Kendi söylediklerine bile, kendileri inanmadığını belli eder gibi, acı acı
gülümseyerek.
ABLA(40 yaşında) ANLATIR :
Onların, benim için, o an, ne düşündüklerini, şimdi anlayabiliyordum. Kötülerin,
her zaman kazandığı bir dünyaya, beni getirmekle, zaten kendilerini suçlu
hissediyor olabilirlerdi. Bunu anlayabilirdim. Ama gerçeği, daha ne kadar
saklamayı düşünüyorlardı. Zaten, daha o zamanlar, okulda, onların anlatmaya
korktukları, dünyanın küçük bir düzlemindeydik.
Ekran bulanıklaşır ve bir sabun köpüğünün
içinden, kamera okula kayar……….
Herkesin kötü kavramı kendine göredir. Kızımın kötü
kimdir sorusuna gelen cevaplar ise şöyleydi; küçükken, annesiyle
babasının yeterince kulağını çekmediği için, içindeki çocuksu bencilliği
büyütüp geliştiren insanlar, kapitalist
rejime ayak uydurmuş kan emiciler, bizden
çalmak ya da zorla almak isteyen herkes,
yaşlılara, engellilere saygı göstermeyenler, çiçeklere zarar verenler,
hayvanlara iyi davranmayanlar, onlara eziyet edenler, yalan söyleyerek,
karşıdakilerini üzenler. Son bir görüşte ise kötülük; yerine, zamanına ve
konusuna göre, işaret zamirleridir; ben-sen-o-biz-siz-onlar. Yalnız biri de
olabilir, bileşkesi de…….
Bence ise, kötü bir sıvıdır, hangi kaba
koyarsan koy, şekil alan. Kötülük ise, o kaba verdiği zarar. O yüzden, her
kötünün, hala tüm iyi niyetime dayanarak, kendi kabına zarar verdiğinden bahsediyorum.
Asıl korkulacak olan, kabından taşan kötülüğün, aktığı yerde çimlenmesine izin
verilmesi. Bunun için, verilen cezaların, yeteri kadar caydırıcı olması ve
olumsuz hiçbir hareketi, özendirici bir tavır içine girilmemesi gerekir. Hepimiz, çocuğumuzun içinde bulunduğu zor
durumdan kurtulması için, oradan kaçması veya diretip kavga etmesi ya da pasif
kalması seçeneklerini kafamızdan geçiririz.. Bu üçünden birini seçerken,
mantığımızdan çok kalbimizle hareket ederiz. Peki, günümüzde, otoparkta kalp krizi geçiren birinin,
saatlerce oradan geçenlerin, meraklı bakışları içerisinde, yardım edecek birini
beklemesini neye bağlıyorsunuz. ? Ya da İstanbul’un merkezinde, yankesicilerden
kaçan bir kadının, Üsküdar’da taksiye binip, canını kurtarmak isterken,
taksicinin, kadını, benim başımı belaya sokacaksın diyerek aşağıya atmak
istemesine , ya da ambulansın açtığı
yolu izleyerek, arkasından gitmeye çalışıp, yarım saatlik yolu, yirmi dakikaya
düşürdüğü için sevinen birine ?Tüm
bunlar, doğuştan kötü ya da umursamaz olamaz değil mi ? İşte bunların çoğu, o kaptan
akan, kötülük virüsüne bulaştırılmış insanlar. Bu, gelecek filmlerindeki,
makyajla oluşturulmuş görsel çirkinliğin, makyajsız içsel versiyonu. O filmleri
seyrederken, kendinizi, o sahneler içinde hayal ettiğinizde, kurtuluşunuz,
sinemanın karanlık salonundan çıkmak olabilir ya gerçek hayatta ?
'Bir millet uyuyorsa,
onu kolaylıkla uyandırabilirsiniz. Fakat bir millet uyumuyor da uyuyor gibi
yapıyorsa, onu asla uyandıramazsınız.' Indria Gandhi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder