10 Ağustos 2012 Cuma

ÇIKIŞ

Bu hafta ne yazacağımı gerçekten bilmiyordum. Ta ki yazıyı yayına verme saatine kadar ellerim klavyenin üzerinde dokunacak tuş aradı. Aslında aradığım harfler değil duygulardı her zamanki gibi. Bitmiş bir hikaye yazmak istemiyordum. Başlayacak ya da devam eden bir hikaye yazmak istiyordum ki Bilim ve Teknoloji dergilerinden birinde bir haber gördüm.

 Konu; Zeka !!!!!İnsanların onu nasıl kullandığı, ne ölçüde zorladığı senelerdir bilim adamlarının aklını kurcalamış, yüzyıllardır bu konuda testler yapılmıştır. Çok uzun bir süre, kadınların ortalama olarak erkeklerden beş puan geride dendi. Bu durumun genetik farklılıklara uzandığı düşünülüyordu. Fakat bu yıl kadınların IQ’ su,  ilk kez erkeklerden yüksek çıktı. Der Spiegel dergisindeki bir haberde, cinsiyet farklılıklarından kaynaklanan makasların, yaşam koşulları nedeniyle yıldan yıla kapandığından bahsetmiş. Kadınların yaşam koşullarının gitgide zorlaşması ve bunun doğal bir aktivasyon haline gelmesi ile beden ve zihin buna ayak uydurmak için kendini sürekli yenileme ihtiyacı duymaktaydı.

 Bu güzel haberlere bakarak, kadının   yerinin matematiksel olarak gitgide büyüdüğünü görmek memnuniyet verici. Peki kaç erkek evde para kazanan, evinin geçimini sağlarken,  çocukları ile başka birine gerek kalmayacak şekilde ilgilenen, evin ihtiyaçlarına çakılacak çivilerinden, kışın kullanılacak domatese kadar düşünen, sabah unutulmaması için akşamdan hazırlanan okul kitaplarına varıncaya kadar hesap eden bir kadını söz konuşma sırasına gelince ikinci plana itmez ? Emin olun ki en modern erkek diye tabir ettiklerimiz bile kadına kendi önyargılarını yansıtmadan davranamaz. Erkeklik içgüdüsü, bencillik, tahammülsüzlük, karanlık egoları, incinmez tarafları bu yüzden ağlayamamaları, anneleri, mavi patikleri……yüzlerce sebep yüzünden böyle davranabilirler. Yazık ki kendileri bile niye öyle davrandıklarını sınıflandırmalarını istesek yapamazlar eminim. Duygularını ifade etmekte zorlanan bir insan(cinsiyet belirtmiyorum)karşı tarafın duygularını anlamak için göstereceği çabayı otomatik olarak sınırlıyor. Neden her tartışmadan sonra “keşke” deniyor. Halbuki o küçücük memeli bir zamanlar yirmi tonluk gövdeleri ile dinozorlarla boy ölçüşemeyecekken, dinazorlar  milyonlarca yıl önce yok olmuşken kendisi şimdi tabiatı yönlendirecek pozisyonda. Ne acınası ki en basit duygularının bile önüne geçemiyor. 

 Nedense bir erkeğin diğeri ile evlenmesinin dikkati çeken yanı hep işin cinsel boyutu oluyor. Kimse aslında mıknatısın iki ucu gibi, iki ayrı cinsiyetin bir araya nasıl gelebildiğini, bu ilişkinin sapkınlık yönü dışında kadının rolünü üstlenmiş erkeğin neler hissedebildiğini sorgulamıyor.

 Kadın, terazinin dengesini kendi tarafına çevirmek için yıllarca uğraştı. İlgili tüm araştırmalarda belirtildiği üzere  iş dünyasında, politika sahnesinde, müzik alanında  gitgide söz sahibi olmaya başlayan kadının, aynı zamanda diğer işlerini de devam ettirmeye yönelik verdiği çabayı kimse yadsıyamaz. Çoğu kendi zamanından çalar ya da uykusundan. Asla geri dönüş beklemeden.

   İşim gücüm budur benim,
   Gökyüzünü boyarım her sabah,
   Hepiniz uykudayken.
   Uyanır bakarsınız ki mavi.
                               
Orhan Veli’nin en sevdiğim şiirinde dediği gibi. Kim demiş erkekler, kadınlar kadar romantik olamaz diye. Neden bu kadar şairimiz erkek o halde. Duygu yüklü onca filmin yönetmeni de bir erkek.

 Hepimize ayrı bir dünya olamaz. Aynı bulutların ve gökyüzünün altında yaşlanmaktayız. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın. Bir kadının söz sahibi olması için para kazanması gerekmediğini tüm Avrupa ülkeleri çoktan aştı. Geriden gelme kavramını tanımını yeniden yapmamız gerekir. Biz henüz “kadının işi çocuk bakmak” kavramındayız. Her işini Allah’a bırakıp çözme eğiliminde bir millet olarak en azından kadınlar bu işin kendiliğinden olacağına olan inancı yıkmalı, alışkanlıklarını biraz olsun bırakıp, gelecek için ,  çocukları için rahatından olmalı. Hiçbir şey değişim isteyen bir akıntının önünde duramaz. Bireysel olarak yapacağınız her eylem, sarfedeceğiniz her söylem biraz daha fazla tahammülle katlanabilir olacak. Ama öncesinden daha az üzücü olmayacaktır. Ama ya kazanabildikleriniz ihtimali. Hiç kimse varolan giden bir düzenin bozulmasını arzu etmez. Alışkanlıklarımızdan iyi veya kötü işte bu yüzden kurtulamayız. Birbirimizi rahatsız etmemiz gerekiyor ise biraz edelim. Sıcaktan ve nemden  rengi kaçmış gömlek üzerimize yapışmışken soğuk bir havada kartopu oynadığınızı hayal etmek bu sıcak memlekette ne kadar zor olabilir. Madem ki mevcut durumda zaten katlandığınız nice şey size acı vermiyor ve yaşamaya devam ediyorsanız aksi kimin umurunda.

Napolion’un dediği gibi “Korkmanız gereken sizinle aynı fikirde olmayanlar değildir. Asıl, sizinle aynı fikirde olmadığı halde bunu söyleyecek cesareti olmayanlardan korkun.”

HAYAL BALIĞI

Vitrinin üzerinde duran ,tamamı camdan mavi melek balığı kızım tarafından  çizgi filmdeki, hayalleri gerçek yapan hayal balığına benzetilmişti.
-Anne bu hayal balığına benziyor !
-Evet kızım doğru zaten hayal balığı.
-Neden ?
-Bizim de hayallerimiz var çünkü.
-Neden ?
-Peki senin hiç hayallerin yok mu ?
-Ben Deniz Kızı olmak istiyorum. Bir de Tinker Bell gibi havalarda uçabilmek.
-Bak gördün mü işte bizim de hayallerimiz var senin gibi .Biz de şimdi senin tam eksikliğini kavrayamadığın barışı,mutluluğu hayal ediyoruz kızım.
Şaşkın bakışlarla bana bakan kızımın kafasını biraz karıştırdığımın farkındaydım. Önce benim hayallerim olması biraz tuhafına gitmişti.
-Neden bu kadar şaşırdın biz büyüklerin hayalleri olamaz mı?
-Anne siz büyüksünüz.Her istediğinizi yapabilirsiniz.
-Peki anne ben de büyüyünce hayallerim olacak mı ?
-Eğer benim gibi kalbinin ufacık bir köşesinde bir çocuk saklayabilirsen olabilir.
-Gerçekten mi?
-Evet öyle olmasaydı  ben seninle nasıl yataklarda zıplardım,  bahçede saklambaç oynayabilirdim ,seninle dans edebilirdim, içimdeki küçücük yerde sakladığım çocuk olmasa ,hayallerim olmasa ……..
Artık gözlerinde bir parıltı vardı.

NERGİS

  Yalınayaktı, paçası sökülmüş incecik bir penye sadece tenini örtüyordu soğukta.Hasta olmuyordu. Allah dağına göre kar vermişti. Sabah ekmek ve birkaç yumurta almak için çıkmıştı yola. Küçücük boyundan büyüktü somun ekmek,omzunu kaldırmak zorunda kalıyordu. Yol, çimento tırlarının ağırlığından çökmüş,yerini akşam durmadan yağan yağmur doldurmuştu .Batmıştı ayakları ama umrunda değildi elbet ekmekti derdi onun eve götürmek.
  Evdi, hayvan pisliklerinin güneşte kurutulmasıyla elde edilen sözde tuğlalardan yapılmış,yıllar önce bir kireç görmüş yüzleri. Köpek vardı bahçede karnı hep aç gezen ama evden ayrılmayan. Zayıflıktan çakala benzeyen..Atlıyordu çocuğu görünce üzerine aç ayı oynamaz atasözüne inat. Çocuk hala uğraş vermekteydi ekmek için.Neyseki az kalmıştı.
 O gün babası da evdeydi.İki haftalık bir nakliyeden sonra tekrar yükleme yapmak için gelmişti akşam gecenin ikisinde. Özlemişti babasını,beraber kahvaltı yapıp yanına oturacak şımarıklık yapacaktı biraz da morali iyiyse babasının.
 Annesi yoktu Kader’in halaları bakıyordu onlara babaları varken tabi. Genelde dokuz yaşındaki ablaları ikisine de bakardı. Çay yapmıştı küçük kadın abla,iri iri zeytin gözleri vardı tabaktaki üç beş zeytin gibi. Onca bakımsızlığa rağmen al al yanar yanakları soğuktan.Mutfağı yoktu çünkü evin. Dışarıda, bahçede pişiyordu yemekler. Yerde heryeri kıvrılmış gri bir sini duruyordu.İçeride ağır bir nefes kokusu vardı.Aynı odada yatıp kalkıyorlardı. Kilimlerin üzerindeki pamuk şilteyi komşuları vermiş, betonun soğuğunu biraz olsun kesmişti.
 Baba küçük kızı kapıda görünce,başını hadi der gibi eğdi.Küçük kadın kardeşinin ayaklarını taşbezi ile silmiş,biraz da mıncıklamıştı..Sofraya oturdular üçgen şeklinde,üçü de birbirlerine birşeyler sormak istiyormuş da çekiniyormuş gibi yapıyorlardı.Sessizliği bozan Kader oldu;
- Babacığım bu sefer hemen gitmesen olmaz mı?
 Küçük kadın her seferinde sen karışma babana der. Ama ondan daha çok arzulardı babasının onlarla kalmasını. Babası onlardan biriydi çünkü.Onların kötülüğünü düşünmeyen, onları sahiplenen.
 Baba üzgün cevap verdi kızına.
-Tamam kızkom olur.
 Anlayamamıştı. Küçük kadın, madem onlarla kalacaktı bunca zaman sonra niye bu kadar mutsuz söylemişti babası bu haberi. Kader ise mutluluktan uçacaktı yemeği filan da unutmuştu o andan sonra..
  Hala gelmişti onlar kahvaltıdan kalkmadan.Sinirle girdi içeri. Aylardır evin kirasını vermediğinden yakınıyordu babalarının. Kimlerle yiyip içiyordu bu paraları.Babam cevap vermek istemedi Kader’in şaşkın bakışlarının önünde.Çekti kolundan dışarı çıkardı onu atarcasına. Bundan sonra da hiç vermeyeceğini söyledi. Ne istiyorsa yapsın dı öyle ya tek odalı bir ev için ne istiyordu ki daha.Köpek bizim tarafımızda havlıyordu aç aç.
 Kalın kaşlı,kapkara bir kadındı halası. Gençliğinde de güzel değilmiş şimdi de öyle.Kendi çocuklarının çirkinliği yüzünden hiç sevmemiştir kardeşinin çocuklarını.Kendini adam yerine koymayan bir kocası var alkolik. Çirkin olduğundan ona varmaktan başka çaresi kalmamış, bunu kendine dert etmemiş bir kadındı. Para en büyük meşgalesi olmuş onu nereye bile harcayacağını bilmeden biriktirmek için anasını bile satar hale gelmişti.
 Tekrar içeri girdiğinde küçük kadın sofrayı toplamış. Kardeşinin saçlarını topluyordu.Onları seyrederken hayatlarının kilometrelere sığmadığı,ölmeyi bile düşündüğü yollarda onlar için çabaladığını düşündü.Ama olmuyordu. Nakliye şirketi içki içtiği gerekçesiyle işine son vermişti. Bir daha kendini yollara da vuramayacaktı.Kızlarının çaresizliği hep gözünün önünde olacaktı, işkence gibi. Küçük kadın omuzuna dokunmuş onun ne düşündüğünü biliyor gibi teskin etmeye çalışıyordu.
  Bıçak sırtında hayat dedikleri bu olsa gerek diye düşündü. Mucize aramaya çalışmamalı onların bu hayat şartlarında hala kalplerinin atıyor olması bile en büyük mucizeydi. Bir an bunun bile bir nimet olduğunu düşündü. Ama gözlerini açıncaya kadar.....
  Bir çimento fabrikası sahası yakınlarında yaşıyorlardı.Yol hızla geçen lüks yönetici arabalarının mecburi yönüydü. Arabadakiler, her gün gördükleri bu manzarayı fabrika kapısına kadar görüp orada da unutuyorlardı. Sadece birkaçı burada nasıl hayatlar yaşandığını aklından geçirir. O da içinde bulunduğu durumun rehavetini tatmak içindir çoğu zaman.Melanet yokluktandır, polis çıkmazdı mahalleden. Oysa araba ile yarım saat bile değil sahil kenarındaki balık restaurantları, bar cafeler..... Görünmeyen bir çizgi vardı. Birbirinin tarafına geçirmeyen hiçbir şeyi.
  Kader değildir ama küçük kadın farkındadır çizginin öbür tarafının. İki mor,biri yırtık biri ezilmiş iki koltuklu küçücük berberin çırağı da. Kırık camdan göz atar ona bakkala giderken arkada buluşalım diye. Söz vermişlerdir birbirlerine bir yolunu bulup kurtulacaklardır çimento tozundan. Çırak zeytin dalı gibi zayıf, soluk benizli,  kirpikleri gözlerini solda sıfır bırakan delikanlıdır.
 Kız çoktan beridir kaçmak için plan yapmakta, ancak kardeşi bir hayalet gibi gözlerinin önüne geldiğinde ona kıyamamaktadır. Her kaçışın içinde bulunan esaret, gizliden gizliye elini kolunu bağlamış,  ama içinde büyüyen çiçeği sulamaktan başka bir işe yaramamıştır.
 Geç vakit babası söz verdiği halde ortalıkta görünmüyordu. Kader onu sayıklayarak şiltenin üzerinde minik elleri bacaklarının arasında sızmıştı. Küçük kadın biraz sonra haykırarak birinin bahçeye girdiğini duydu. Gelen bulaşıklara çarpmış, şangırtılar aç köpeği uyandırmıştı.Kaderi uyandırmadan şiltenin üzerinden uyuşmuş ayaklarını kaldırmaya uğraştı. Kapıyı açmasına gerek kalmadan babası kapı denen nesneyi iterek kırmıştı. Buz gibi hava içeriye değil yüreğine doldu küçük kadının. Donmak üzere olduğunu hissetti.
  Babasının her yeri kan içindeydi. Kavga etmişti. Ya da alkolden arabanın altında kalmıştı.Kim bilir ! Bu arada ne yapması gerektiğini düşünüyor. Kapıya yığılan babasını nasıl içeriye  alacağını kestiremiyordu. Neyse ki Kader hala uyuyordu. Belli ki çimento tırları onu gürültüye iyi alıştırmışlardı.Bir süre sonra babasının ılık su ile yaralarını temizlemiş. Sayıklamalarını dinlemekteydi.
-Hayır kızımın kaderi benim gibi olmayacak ona dokunama…...gibi
 Anlam verememişti. Ardından cama atılan taş sesleri duydu. Camdaki kumaşı araladığında berberin çırağını gördü. Babasının sızdığından emin olduktan sonra bahçeye çıktı.Berber çırağı;

-Hemen buradan kaçmalıyız yoksa sana kötü birşeyler yapa.......
 Kız neler olduğunu anlayamamıştı ki berberin çırağının yerde yattığını gördü.İki iri yarı adamdan biri köpekle ilgileniyor biri berberin çırağını hallediyordu..Birden iri kıyım olanı kızı elinden yakaladı ve kuru otların içine fırlattı. Zaten buz gibi olan teni neredeyse bir cam gibi parçalandı.düştüğü yerde. Karanlıkta bir nergis gördü yıldız gibi. Belki de Narcissus onu deresinin yatağına almıştı tek beğendiği kız olarak.

YAŞAM-ŞİİR-ÖLÜM

Kimimizle yakından dost, bazı bazı yaramaz bir arkadaş, korkutur olur olmadık yerde, hatırlatır kendini , sırdaş olur sebebini söyleyemediğimiz  , fırsat vermez , gülerken de ağlarken de yanımızda, hiç birimiz için üşenmez ayrı ayrı gelir ziyaret eder. Biz hiç sevmeyiz kendisini ama sürekli davet ederiz gelecek kişiyi bilmiyormuş gibi. Her seferinde başka biri gelecekmiş gibi.  Pencereye vuran bir yağmur damlasını özleriz sonra onunla giderken hiç görmemiş gibi yağmuru. Bilmecenin cevabı :  ÖLÜM.

                GENETİK DURAK
Nasıl  bekliyoruz hiç sormadan
Kimseye neyi beklediğini
Unutuldu tüm gidenler önceden
Ayak izlerini rüzgar süpürdü
El verenler var onlardan da korkulur
Yaramaz çocuklar haricinde ellerini tutan yok
Sokağa tükürür salyasını, güneş bırakmaz kurutur
Sıcaktan ısınmış taş ev soğumaz, Türk Bayraklı
Hurda araba gözleri çıkmış, tanık olamaz yollara
Skoda’nın  arkasında meyveler ve insanlar
Sıcaktan karışmış
Karpuzu kemirir küçük çocuk, sineğe aldırmadan
Cenaze uykuda son yolu kara şövalyede
Mısır tarlaları rüzgarla el sallıyor.
18.06.2012





                       HAYAT BULMACA
Umulmayanı karşında bulup, umduğunun sürekli ertelenmesi,
Bir türlü yaşayamadan umulanı, yaşlanmak, umulmayanı yaşayarak.
Düşün bir kere sevdiklerinden ayrılırken gözlerinde hep yeni buluşma anı hayal edersin
Yenilerini yenilerini !
Ya geçmişin , bugünün, bu saatin
Ondan nasıl bu kadar kolay ayrılabiliyorsun.
Vazgeçtim düşünme bu seferde geçmişine hayıflanmaktan anını yaşayamayacaksın.
Terazini öyle bir dengede tutacaksın ki bir tüy ağırlığı kadar sapmayacak
Bırak ruhunun derinliklerini azgın sel suları silip süpürsün
Uzun bir süre bir şey düşünme içindeki yıkım hakkında
Bırak sorgulamayı etrafını
Biraz sorgusuz, sualsiz yaşa.
Yaşamak üzerine yazılan onca şeyi okuduktan sonra karar verdim
Kılavuzu sensin hayatın yalnız anlamadığın bir dilde yazılmış
Bir kılavuz
Öyle bir dil ki bu dünya üzerinde dillenmemiş henüz
Bir tür bulmaca  

                  DENİZ
Durgun unutkanlıktır.
Öyle derindir ki dolduramaz hiç bir derdin sevincin
Yüz verdi güneş bulutların arasından
Sıcaktan kokan denizin üstüne
Pişman içen sigara, kendinden
Kedi ayakları kum iğrenmiş
Bank yorulmuş tahtasi eskimiş
Ayakta durmaktan
Çim solmuş değil sonbahardan
Oysa tam yaz ortasında
Dondurma birleşmiş külah yenememiş
Birleşmiş kaldırımla direnmez
Renkler karışık puslu hava
Öğlen sıcak olacak belli.
12.06.2012 12.00

TAKVİM YAPRAKLARI

Sonu gelmeyen yaramazlıklar yaparken aslında  o kocaman bir çocuktu.
  Bir fincan kahve vardı  önünde falı kapatılmış. Açmayı unutmuş olduğunu farketti  işe daldığından .Kurumuştu ama yine de açtı fal kapalı kalmazdı ne de olsa değil mi? Yudum yudum içilmişti. Hayat gibi. Kimisi öyle yaşamaz mı hayatı keyfekeder.  Kimisi dertlenir kederlenir en olmadık şeylere üzülerek .
 Hastanede yatmalarının on beşinci günündelerdi. Kafe tıklım tıklımdı. İnsanlar buradan kaçmadan son bir bardak daha çay içelim diyorlardı herhalde. Etrafta sakinlik ve onun içinde bir telaş vardı aslında. Dokunulan herşeyin hastalıklı olduğu hissi uyanır ya hepimizde. Bir iğrenme duygusu kaplar tüm bedenimizi. Aslında sağlık aradığımız bir yer değil mi burası. Tezatlıklar ülkesi işte. Bunları düşünürken doktorun kontrole geleceğini unutmuştu. Acele adımlarla poliklinik sırası bekleyen onca kişinin arasından dalarak hasta katına çıkmaya çalışıyordu. Elektrikler kesildiğinden asansör çalışmıyordu. Biraz daha hızlanmazsa şayet sıradakiler sıralarını alacağını düşündüğünden onu hükümsüz asabilirlerdi.
 Yapılacak her şeyi  denemiş , kitap okumuş, film seyretmiş, soğuk bir bez parçası ile hastasının görünen yerlerini temizlemeye çalışmıştı. Ancak zaman geçmiyordu. Ve yapılacak şeyler listesi en sığ yerine gelmişti neredeyse. Evdekilere işi olmadığı gerekçesi ile hastanede kalabileceğini söylemekle hata mı yapmıştı acaba. Bunu düşünmek için geç kalmıştı. Zaten yaşlı bir insandı dedesi her an ölüm tehlikesi ile burun buruna olan bu insanı kalp hastası başka biri-annesi- ile bir araya getirmek ne kadar akıllıca olabilirdi.
 Yaramaz kuşlar pencerenin önüne attığım ekmekleri yemek yerine etrafa saçıyorlardı. Onların yüzünden hemşireden güzel bir azar işittim. Ne vardı ki bunda. Ama siniri yüzüne yapışmış bu hemşire yaşarken nasıl nefes aldığına şaşıyordum. Duvarlar ilk buraya geldiğimizde bembeyazdı bu kadar zamandan sonra bej rengi olduklarını farkettim. Yanı başımızda duran metal gri etejer o kadar eğreti idi ki kayalık, dik deniz kıyısı sarp kayaları andırıyordu düştü düşecek. Ama zaman ona dürüst davranmış yerini oynatmamıştı. Bir insan onu canlandırıncaya kadar. Diğer iki hasta odada sürekli değişiyordu. Dışarda akan hayatı kıskandırır gibi burada da başka bir hayat var der gibi
 Hademe bu sıcakta sanki battaniye gibi kısa kollu bir tişört giymişti. Onun içinde bedeninin bana acı acı bakan çıplak yerlerini görmezden gelerek elimdeki sıkıcı kitabı okumaya çalıştım. Ancak sorun kitabın okunmaya değer olmadığı değildi , canı sıkılmak  deyiminden kaynaklanıyordu. Bir insan canı sıkılınca istediği şeyi yapmaya hak kazanıyorsa şimdi avazım çıktığı kadar bağırmak ama kimsenin beni duymamasını isterdim. Ya da  hiç sevmediğim mecburiyetten okumak-hayatımı kazanmak için-bitirmek zorunda kaldığım okula gidip kaydımı sildirebilirdim. Ya da şehrin ortasında geçen büyük kanala girip çırılçıplak yüzmeyi, lunaparkta dönen salıncaklara binip ininceye kadar kusmayı, trafikte kırk derece sıcaklıkta elli km hızla gidip milleti arkada korna kuyruğuna sokmayı ve daha bir sürü saçma bir o kadar da delice şey aklıma sırayla giriyordu. Sırasını savan  şiltenin altına, kolonya kapağının üzerine, serum şişesinin markasının yanına, ıslak mendilin açık kalan kapağının üzerine yapışıyordu. Bir süre sonra  yapışacak ve konacak bir şey bulamayınca ortalıkta öncekilerin üzerine yapışıp onları unutturmaya başladıkları sırada, doktorun hastayı değil de beni uyandırmaya çalıştığını hissettiğimde,  kolumun ve ayaklarımın uyuşmaktan hareket edemediğini farkettim.  Kısa boylu, gülen yüzlü doktor bana hastaları karıştırdığı esprisini yaptığında yüzümün bu kadar soluk olduğunu farketmemiştim.  Biraz yandaki  odada yatmamı ve daha sonra yanıma  kontrole gelmemi söyledi. Önce reddettim ama  sesimi kesmem gerektiğini anladım ve lafımı yarım bıraktım. Zaten bir sürü hastaya yetişmesi gereken gülen yüzlü doktor cevabı beklememişti bile. Acaba hastanedeki bu tempodan sonra  gerçek hayatında, hayır bu sahte hayat mı ;  kendi hayatında-niye bu başkasının hayatı mıydı ? İşte doğru kelimeyi bulamadıklarından İş Hayatı demeyi uygun görmüşler. Sadete geleyim bu tempoyu orada da sürdürürler mi? Yoksa eve giderken reklamlardaki gibi arabaların içinde müzik dinleyerek hayatın aslında olması gereken ritmine mi dönerler? Neyse ayakkabılarımı hemşirenin de yardımıyla-nedense- çıkartıp  yatağa uzandığımda gözümü kapamak yerine etrafı incelemeye koyuldum. Duvardaki insan anatomisi iç yüzü  bütün her şeyi ele veriyordu. Bu kadar açıklığa rağmen hala kas ve yağlarla bir şeyleri saklayabiliyorduk inanılmazdı. Çok rahat olduğunu düşündüğüm bu sedye bir süre sonra hasta olmayanların hastane çıkışında baş ağrılarının olması gibi beni de tedirgin etmişti. Dışardaki anonslar duyuluyordu. Dr Tarık Bey ameliyathaneye lütfen; Dr Pınar Hn Kulak Polikliniğinde bekleniyorsunuz. Acaba gitmeyi mi unutmuştular, yoksa  birileri daha çok mu ilgi bekliyordu?  Giderken benim sınava girdiğim gibi heyecanlansalar düşünsenize. Ben düşük not alırım ama onlar insan nefesi yoksa…..  Can mı dayanır buna . Benim uyumam gerekmiyor muydu? Bazı insanlar vardır araba ile trafikte iken plakaları okur. Bir süre sonra bir hasta haline dönüşür. Hiç anlamadan  hastalık haline dönüşen ama hasta olmadığını düşündüğü için doktora gitmeyen, hatta normal  insanlara kendine benzemediği için hasta muamelesi yapan insanlarla hiç tanışmadınız mı? Eğer yanıtınız  hayırsa bu dünyalı değilsiniz demektir. Siniri yüzüne yapışmış hemşire kapıyı tıklatmış o olduğunu bilsem hiç sesimi çıkartmazdım. Doktorun beni beklediğini attı ortaya. Çünkü yüzüme bile bakmıyordu. Yavaşça kalkmama rağmen başım dönmüştü. Yerleri silen hademenin yanından geçerken sabahtan akşama aynı yeri sildiğini düşünmeye başladığım için acımaya başladım. Odaya girdiğimde bembeyaz bir silüet içinde karşılayan gülen doktor, röntgeni inceliyordu. Hiç durmaz mı bunlar diye aklımdan geçirdim hızlıca yanıma gelirken. Sırtüstü uzanmam için hafif bir el hareketi yaptı. Uzun ve sessiz bir muayeneden sonra okuduğu bilmeceyi çözmeye çalışan birinin yüz  ifadesine büründü gülen doktor.  
  -Hastane duvarlarına yazılması gereken bir söz; Yaşlılar verilmiş bir sözlerinin olduğunu düşündüklerinden önce kendilerinin öleceklerinden emindirler. Bu yüzden ellerinin altında bulunan gençlere, çocuklarına, torunlarına bilerek ya da bilmeyerek hayatı zehir edebilirler.-
 Daha sonra istenen bir yığın tetkikten sonra , öğrendiğim kadarı ile sırayı bozmuştum. Şimdi ise yukardan aşağıya baktığımda hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum.
 Son uykumda her zamanki koltuğumdaydım. Koyu soğuk bir bordo koltuğun üzerinde oturuyordum bir kitapçıda. En fazla yapmayı sevdiğim şey. Herkes orada bir yerlerde kitap karıştırırken ben de onları karıştırıyordum onlar anlamadan. Genç kirli sakallı bir çocuk ona bakarken, gülümserken beni yakaladı. Ama hangi niyetle baktığımı anlamadığı için kızmadı. Ben ise onun düşüncelerini çalmaya uğraşıyordum aslında benliğinden hareketleri ve mimikleri ile sezdirmeden etrafa dağıttığı. Biraz sonra hamile bir kadın girdi içeriye, kocası sonradan dahil oldu kendisine. Bir kaç dergi aldı. Biri eminim çocuk dergisidir. Nedense bu kadar sevdiğimiz ve düşündüğümüz bir varlığı büyüyünce nasıl boğacağımızı bilmeden tekrar tekrar yaratmaya çalışırız. O zaten daha ilk andan itibaren yaratılmamış gibi. Zaman hızla akıyordu. Bazen yeşil gözler beyaz gömleklere akıyor. Bembeyaz saçlar bir sırt çantasına takılıyordu. Herkes buraya hayattan bir şeyler çalmaya gelmişti ben hariç.

İSMİN E HALİ KADININ SONSUZ HALİ

Saatin tiktakları, gitgide sesini yükseltiyordu. Komşunun her daim şikayet ettiği, altında bir şey yetişmediğini düşündüğü fıstık çamının dalları kıpırdamıyordu bile. Sorun sadece havanın sıcaklığı, hamam gibi kokan nemi değil, insanların buna ayak uyduramayarak normalmiş gibi yaptıkları saçmalıklardı. İki gün önce hiç gelmeyeceğini düşündüğümüz berbat nem, beni unuttunuz mu der gibi kapıda bekliyormuş meğerse.
 Aynı anda farklı yerlerde olmak. Çoğumuz böyle bir durumu aklımızdan geçirebileceğimiz şartlarda bulunmuşuzdur. Zorunluluklar, yetişemediğimiz işler ve akan saat yelkovanlarının dışında, normal gündelik yaşamınızda böyle bir durumda bulunma şansı yakalasanız !
 Kırk yıllık kocasına diğer yarımı alabilir miyim derken yalan söylemiyordu. Kadın ve erkek uzun yıllar boyu evliliklerinde, birleşik ikizler gibi hareket ediyorlardı. Kadın yıllarca kuyudan su çeker gibi biriktirmiş  havuzunda, ama asla şikayet etmemiş ne eksikliğini ne de fazlalığını hayatın. Gün bulmuş yemiş, yiyemezse  yine çalışmış. Kışın domates, biber serasında, yazın boylu boyunca mısır tarlalarını ezberlermiş. Çalışmaktan bozulan vücudu, ayna yüzü görmediğinden kocası bir süre sonra işleri kaytarmaya, dağdan eve taşınacak onca odunu bile ona taşıtmaya başlamış. Bu olanlar esnasında iki kız bir de erkek tosuncuk doğurmuş. Sonuncu rahimden sökülürken canını da alacakmış da kadını köyün deli ebesi kurtarmış. Gözlerinin içine dalan, adam köyün kahvesinden çıkmaz olmuş. Bir gün terasa yemek taşınan sini gürültü ile yere devrilmiş. Verandada oturan etine dolgun , renkli gözlü, yeşili, kırmızısı ile rengarenk şalvarının içinde cıvıl cıvıl  genç bayan kendisini  tanıtmış. Ben  ağanın yeni eşiyem buz gibi bir su getircen mi ?
                                                               --------------
 Evlendiğinde on altı yaşında imiş. Ne babası vermek istemiş ne anası. Anneannesine yakın köyde otururlarmış. Bayram ziyaretine giderken altına girdikleri tır, otobüsten dökülen yağlar sayesinde paramparça yapmış hayatlarını. Amcası, baba yarısı, otobanın yakınında bir arsa kadar biçmiş değerini yeğeninin. Ne de olsa evde yaptığı işleri karısı da yapıyormuş. Para cebinde daha sıcak durur diye düşünmüş. Saçlarının örgüsü çözüldüğünde kadın olmuş. Arkadaşlarının dışarıda neşeyle oynama seslerini duymamak için, hep o saatlerde arka odalarda işlenir, sofayı en son temizlermiş. Yemek yapmayı o kadar çabuk öğrenmiş ki bunu annesi görse onunla gurur duyar diye düşünmüş. Çamaşır yıkarken, astığı kıyafetlere bakarak kendi kendine konuşuyordu. Bir kendi kıyafetleri bir de adamınkiler yan yana asılınca üçte biri ediyormuş anca. Üçte ikisi miydi  yoksa diye düşünmüş. Aslında matematiği pek iyi değilmiş. Ama öğretmeni hep ona ezberletirmiş. Kızım senin zehir gibi bir hafızan var dermiş. Küçükken kardan adam yapmayı çok severmiş. Ama asla böyle bir adamla evleneceğini aklına bile getirmemiş. Bunları düşünürken metal tabakların yıkarken çok ses çıkardığını, kafasına inen bir şaplak hatırlatmış.Kocaman elli kocaman sesli adam bağırmış.Yatağın yattığı taraf hep havada olduğundan diğer taraftan, yastığın altına saklanmış bir adet fotoğraf ve bir masal kitabı kimsenin dikkatini çekmiyormuş. Bir varmış bir yokmuş.

                                                               --------------

 Her gün sigara içmeye çıkmaya alıştığım yangın merdiveni bugün hışırtısız. Yılbaşı partisinden kalma kırmızı bir balon atermitlerin arasına sıkışmış günlerdir orada rüzgarla dans ederek gelgitlerini sürdürüyordu. Bugün orada olmadığını gördüm. Çok sevdiğim bir eşyayı kaybetmişcesine üzüldüm. Patlamış olsa gerek diye düşündüm belki de  kurtarmak istiyordu kendini patlamadan bir iki yeri gezmek için kısa ömrü hayatında.İyimser bir ihtimalle şu an çimliklerin üzerinde tek tek seyiriyor olabilir, parkta oyun oynayan çocukların arasına dalıp çıkarak.Hiç göremeyeceği doğduğu anda belli olan, denizi görmekti hevesi belki de.Serin suların üzerinde okyanuslar aşmak.Yelkenlilerle takım yıldızı olmak.Asla görmeyi hayal bile edemeyeceği yerleri görmek.Ben neler düşünüyorum.Bir balon bu altı üstü ne  hayali olabilir ki.
                                                               --------------

 Karşıdan karşıya geçmek isterken, bütün gözlerin kendinde olduğundan emindi.Kırmızı ışıkta duran arabaların, şöforleri ve bilumum yolcular yolu gören, o anda kırmızı ışıktan başka hiçbir şeyi düşünmeyen onca insanın önünden geçip düşüncelerini bölüyordu bir anlığına.Sanayi  bölgesi yoluydu.Yolun kenarlarına dökülen buğdayları süpürüyordu yaşlı beli çıkık bir kadın ve adam. Yaşlılık cinsiyetlerini de yok etmişti. Bir süreliğine onlarda kaldırdı başlarını geçene bakmak için.Topuk sesleri yankılanıyordu.Eteği kum beji, üzerindeki deri mont sıkmış belini, çorabı ayakkabısı ile aynı renk.Hem hızlı geçmek istemekte yer yer silinmiş yaya geçidinden hem de bakılmak istemekte sonsuza kadar sadece.Yolun yarısına gelince daha bir emin atıyor adımlarını topuk sesleri daha bir derinleşiyor.Bir müzik var kulağında onun ritmine uydu belki. Yeşil ışık yandı.
                                                               --------------

 Yaşlıyım bugün aynada. Sadece aynada değil oğullarımın gözünde kızımın nazarında.Sen yaşlısın anne artık lütfen dikkat et allahaşkına. Yaşlılık bir hastalık mı ki.?. Ben hissettirdim. Oysa ki yaşlandığımı anlamasınlar diye hiç bahsetmedim hastalıklarımdan gizli gizli gittim doktora aldım ilaçlarımı.Gizli gizli. Hep koşturdum onlara, kreşe gittim, alışverişe gittim, onlar için, randevuları hiç bitmedi. Anne ufaklık hasta koş, ben işten çıkamıyorum.,okuldan çağırmışlar anne koş.Ama benden öne geçti yarışta şimdi hasta oldu bu kadın.Hayır bana hasta muamelesi yapmayınız. Ben sadece yaşlıyım. Bu ikisi arasındaki on farkı bulanın annesiyim.
                                                               --------------

Yağmur yağarken su sıçrattı ayağımın kenarına. Baktım çamur içinde yüzen siyah pantolonumun içinde ben yoktum sanki. Adama sinirlenmedim. Eskiden olsa söverdim,  arkadan, aklına gelmeyecek,  internetten çıkma en son kelimelerle. Dükkan çırağının silkelediği paspas, artık ayrılmak istediği tüm tozlarını rüzgarı da suç ortağı yaparak kiremit rengi saçlarıma uçurdu. Çırak farkında bile değil. Kırmızı ışık yeşil ışık geçeyim bari. Hep yapmak istemişimdir. Yaya geçidinin ortasında durmak, ya da genel müdürlerin de bulunduğu çok önemli bir toplantının ortasında alakasız bir şeyler anlatmak,ya da konserin ortasında herkes sessizken(özellikle)şarkı söylemek.Bugün yapıyorum.Kornalar ardı ardına çalıyor nefes almadan.Biri kel kafasını çıkarıyor lüks broadwayinden  üşütmekten korkuyordur eminim. Külünü çaktırmadan dışarı atan bayan gülümsüyor akşam sevgilisiyle beraber olmuş gibi.Yağmur durdu.Islık ve haykırışlarla ıslanıyorum.İşine geç kalma telaşı içinde kalan insanların yüzü kıpkırmızı  utanmış gibiler. Benim cesaretim karşısında kendilerinin yıllarca yapamadıkları şeyleri anımsadılar. Hemen orada arabalarını bırakıp gittiler. Kimi gece denize girmeye gitti mehtapta korkmadan, kimi kar topu oynamaya gitti, yaşadığı yerde senelerce görmediği tatmadığı kar tanelerini ağzında eritmeye, kimi hiç sarılmadığı karısına gitti ona seviyorum demek için sadece,  kimi yalınayak kumsalda yürümeye elini tutarak en çok kavga ettiği sevgilisiyle,  kimi ağaca sırtını dayayıp uyumaya deliksiz gözbebekleri göz kapaklarının altında kırpışmadan, kimi çimlerin üzerinde debelenmeye gitti en çok istediği köpeği de alıp, kimi sarhoş olmaya gitti ağzına içki koymamış olsa bile, kimi sadece martılara ekmek atmaya vapura atladı, kimi derede ayaklarını sıvamadan üstü yosunla kaplamış taşlara basıp kaymayı beklemedi, kimi aynada kendini öptü. Attı tüm hapları çöpe. Kimi yarını beklemeden takvim yaprağını çevirdi, kimi gece yemek yapmadı dayak yiyeceğini bile bile, kimi sürekli eliyle oynadığı yüzüğü çıkardı sonunda izine bile bakmadan yıkadı elini lavaboda bol suyla, kimi  ağaçtan elma kopardı kıpkırmızı ısırdı tüm gücüyle. Ben kaldım orada.