27 Haziran 2013 Perşembe

Ütopya

ütopya.png

Sizi, elinize bir kalem ve kağıt almaya davet ediyorum. Ama tamir edilecekler, eve alınacaklar, çocuğun okulu için ödenecek taksitler, ya da unutmamanız gereken önemli günler için değil. Ütopyanızı yazmanız için. Evet hala, aksini iddia eden hipotezler öne sürülse de, yaşadığınız sadece bir ömür var. Bu hayatta yapmayı,  en çok istediğiniz bir şeyi yazmanızı istiyorum. En üste büyük harflerle, bunu yazdıktan sonra,   altına da bu ütopyayı, gerçekleştirmek için,  yapmanız gereken şeyleri sırasıyla maddeleştirin. Devamına, sizin, bunlardan, hangilerini, yapabileceklerinizi, -öyle ya aranızda bu ütopyayı,  çok uçuk kaçık tercih etmiş  olanlar olacaktır eminim-seçin. Buraya kadar gelebildiyseniz, öncelikle sizi, tebrik ederim. Çünkü, halihazırda, şişeden çıkan cine bile, bir hayal söyleyemeyecek kadar, robotlaşmış hayatlar yaşayan, insanlar var, aramızda. Ya da,  o kadar çok hayalim var ki, deyip kararsızlıktan,  kalem elinizde,  bir sağa bir sola sallanmaya başladıysa, o zaman, bir başka kağıt alın. Önce, bu hayatı yaşamakla, kimlere faydanız olduğunu yazın. Bunların içinde siz var mısınız ? Bir çizgi çekin yaprağa,  boydan boya, bunun ömrünüz olduğunu hayal edin. Ve yaşınızın olduğu yere, bir çizik atın. Geçmişten satın alamayacağınıza, geriye de dönemeyeceğinize göre, geleceğe sığacak kadar,  elle tutulur yapılacak emeklilikten başka! ne kaldı elinizde. İşte geri kalan, o son gün ile yaşınızın olduğu yere kadar çizdiğiniz çizik ile arasındaki mesafe, gördüğünüz kadar kısa aslında. Şayet onun içini geçmişe bakmadan, yaratılacak bir hayatı yaşamayarak doldurmayı arzu ediyorsanız, bir an evvel hayatı başkalarının istediği gibi değil, kendi istediğiniz gibi tasarlamayı deneyin.
Nasrettin Hoca ‘nın dediği gibi;
Bir gün Hoca’nın evine hırsız girer. Hoca. eve gelen komşuların; keşke anahtarını değiştirseydin, keşke kıymetli eşyalarını da yanına alsaydın….. gibi eleştirilerini  dinledikten sonra,  yahu bu hırsızın hiç mi suçu yok der.
Sorgulamak adına, yapabileceğiniz her şey, aslında, ütopyanızı gerçekleştirebilmeniz için, bir basamaktır. Yaşamak, öylesine geçiştirilemeyecek kadar, ince bir sanattır.
Düş gördüğün sürece kurtulmanın bir yolu bulunur. Paul AUSTER

19 Haziran 2013 Çarşamba

Komünist Manifesto mu, Öfke mi, Narsizm mi ?

Öfke, kalp atışında hızlanmaya, adrenalin düzeyinin yükselmesine, beyne giden oksijen oranının artmasına neden olur. İşte tam da bu sebeple, öfkeyi yönlendirebilenler için, bu işyerinde olumluluğa ve başarıya, özel hayatında ise sürekli mutluluğa neden olabilir. Peki ya aksi haller,  işte bu haller filozofların üstünde durduğu öfke kontrolü ve sebeplerini popüler bir konuma getirmiştir. Artık çoğu kurumsal işyerinde, öfkeyi stratejik olarak kontrol edebilen yöneticiler gözdedir. Kalifornia Üniversite’sinden Berkeley’in dediği gibi “Öfke duymak, hedeflerimize ulaşmamızı kolaylaştırır”
 Öfkeyi, kışkırtma sonucu insanların verdiği tepkiler olarak değerlendirdiğimizde ,  herkesin farklı tepkiler ile öfkesini göstermesi beklenecektir. Önemli olan neden, ne zaman öfkelendiğinizi, tam olarak tespit edebilmenizdir. Bu araştırmalar için İngiltere’de Öfke Birliği adı altında bir kurum oluşturulmuştur. “Tespitlere göre insanların öfkeleri doğrultusunda  birleştirici oldukları ve toplu eyleme geçtikleri görülmüştür. Mahatma Gandi, Nelson Mandela, ve Malcoml X öfkeyi can yakmak için değil, acıyı gidermek için kullandıklarından dolayı liderdiler. Tausch(Journal of Personality and Social Psycology)’ye göre”Protesto eylemlerinde görüldüğü gibi öfkenin ifadesi, sisteme karşı yöneltilmiş bir tehdit olarak değil, sağlıklı bir demokrasinin işareti olarak değerlendirilmelidir”. Alıntılar New Scientist 09 şubat 2013
 Narsizm  içinde bulunan insanın ise, öfkesini kontrol altında tutabilmesi imkansızdır. Aşırı düzeyde bir kibir, gerçeklikten uzak bir düş gücü ve başkalarını yoğun biçimde kıskanma olarak tanımlayabileceğimiz bu kişilik bozukluğu, öfke kontrolünü imkansız hale getirebilir.

 Yaşadığımız olaylar göz önüne alındığında, öfke kontrolünün ne kadar önemli olduğunu, tarih, bir kez daha ortaya sermiştir.  Uçurumdan yuvarlanmış bir kar topu misali, gittikçe büyüyen küçük kartopları düştükleri yerlere zarar verecek boyutlara gelmek üzere, giderek büyüyorlar. Aldıkları enerji  sınırsız bir öfkeden geliyor. Ancak görüldüğü üzere birleştirici ve çözümleyici bir odaktan gitgide uzaklaşılmaktadır. Uzaklaşan kıyıların tekrar bir araya gelebilmesi, yeni akıntılara ve rüzgarlara bağlıdır. 

13 Haziran 2013 Perşembe

Hayat Pazar Yeri

“Başkalarında rahatsız olduğumuz herşey, kendimizi anlamamızı sağlar.”Carl Jung
 Yolun ortasında duruyordum. Zaten pazar yeri olduğu için, oraya arabasını sürecek kadar, cesaret sahibi şoförler geliyordu bir tek. Sadece çocuklar beni fark ediyordu. Meraklı bakışları altında, onlara gülümseyerek baktığımda, önce yanı başlarındaki ebebeynlerine bakıp, daha sonra bana verdikleri kaçamak gülümsemeler ya da somurtmalar görülmeye değerdi.  Sadece miniklerin gördüğü bir hayalet gibiydim. Herkes o kadar meşguldü ki kendi işiyle. Zararına satılan karpuzlar adet üç TL , kokusu burunları çağıran mısır koçanları, hele salkımıyla, kokusu çileğe karışan domates, seni, ekmeği peyniri kapıp orada oturmaya davet ediyordu. Biraz ötede, uzun, beyaz saçlı, harley motorlu, yetmişlik genç, motorun yanındaki, şık, deri çantalara sığdırmaya çalıştığı sebzeleri ile karizmayı ne kadar zedelediğinin farkında veya umurunda değildi. Orada herkes, aynı ayara gelmişti, kim olursa olsun.
 Çığlığa kafamı kaldırdığımda, bebek arabasındaki, haylaz çocuğun, büyük bir ihtimalle, ev hanımı olduğu belli, -hafif şişman, saç baş dağınık, üstü başı acele giyinmiş kadın-, çocukların diğerinin elinden tutarken, arabadakini susturmak için iki tane kiraz attı önüne. Önce kirazları şöyle bir tarttı çocuk, ağzına atarak denemeyi tercih ettiğinde ise, mecburen susmuştu.
Gıcırtılı bir geçiş, etrafa bakınmadan,  sadece yola bakan, küçücük bir adam, kocaman engelli, otomatik arabanın içinde, diğerleri ile aynı, hayat pazarında.  Ama farklı engellerle, öyle ki diğerinin doğuştan var olan artıları ve kendilerinin bile farkına varmadıkları “hayat  avanslarına” sahip olmadan yaşayarak.  
 Sıcak tatlı kokusu, zaten acıkmış olan karnımı iyice burdu. Genç bir kadın, tesadüfen,  üzerine yönelttiğim bakışları, saçlarını sallayarak geçiştirdi, sıkıca tutarak yanındaki genç erkeğinin elinden. Renkli tezgahlardan alışveriş yapan bunca insan, eve gittiğinde, taze soğan kokularını da evlerine taşıyacaklar. Sorun kaçı aldıklarını, ağız tadı içinde, kaçı yemeği yarım bırakarak yiyecek.
 Hayat, pazar yeri, paran kadar alabildiğin ve tadına bakabildiğin, önemli olan bu pazar yerindeki gibi kararın demokratik, seçimin alternatifler içinde olabilmesi, kim, bozuk bir çileği tezgaha koyup, yüksek fiyata almayanı dövmeye cesaret edebilir ki ya da malı tezgaha koymadan satmaya çalışan ya da tezgahtaki malı sadece istediğine satan birini pazarda ister ki.

12.06.2013

10 Haziran 2013 Pazartesi

Taksim'deki Gökkuşağı

Bertrand Russell’in; ”Eğer her uygar ülkenin çoğunluğu isteseydi, 20 yılda insanları köleleştiren, alçaklaştıran sefaleti, hastalıkların yarısını ve insanlığın yüzde doksanını zincire vuran ekonomik bağımlılığı ortadan kaldırırdık. Dünyayı, güzellik ve neşe ile doldurur ve evrensel barışı sağlardık.”



Gökkuşağı çıktığında, iki yakanın birleşimi sağlanmıştı. İki ayrı kara parçası,  rengarenk bir kuşakla bağlanmıştı. Ama iki ayrı kıta parçasında yaşayan insanlar birbirinden bambaşka idi. Bugüne kadar, kimse öbürünün ne istediğine karışmadı. Ama ne zaman diğeri onun ne yapıp yapamayacağına karıştı o zaman herşey değişti.  Artık gökkuşağını kullanarak, o tarafa geçip, özgürlüklerin, kendi dairesi çevresine çıkması için uğraşanları, o çemberin içine sokmak gerekiyordu. Durun, önemli bir nokta, yolda gözlerinin içine gelen suları hesaba katmadılar. Halbuki onlar konuşmaya geliyorlardı. Niye korktunuz ki ? Yüzlerine korku maskesi takmadılar, ya da korkunç replikler yok. Gözlerinizden anlıyorum. Tamam, sizi kalabalık mı ürküttü? Niye söylemediniz teker teker gelirlerdi. Siz çocuk musunuz ? Ortada bir sorun varsa ağlayarak ve vurarak çözemezsiniz ki. Çocuklarımıza bunu öğretmiyor musunuz ? Gerçi başa çıkamadığın zaman vur diyenler de var artık. Ama onlar su püskürttükçe, diğerleri daha çok çoğaldı, o suyla büyüdü. Ve şimdi de hiçbir yere sığmıyor. Sonuç ne olursa olsun, en azından kendi çevresine çizdiği ve gittikçe onu küçültmek zorunda olan taraf, diğer tarafa artık yeter demesini de bilebildiğini gösterdi. Bu, umutsuz bir sürü insana, bir umut verdi. Kendi aralarında, yıllardır konuşan ve çözüm üretemeden, üretmeden,  şikayet edip umutsuzluk yatağında yatan onca insan için, doğan gökkuşağının bu sefer renkleri daha belirgindi. Öyle ki din, dil, düşünce farkı gözetmeksizin,  insanların nasıl aynı amaç için bir araya gelebildiğini,  imkansızı bekleyenlere gösterdiler. Kazanım konusuna gelince amaç, o ruhun tekrar kazanılmasıydı bence, kazanımların en değerlisi. İnsanların ayrı ayrı kalıplarından çıkıp vatandaş olması, bunu hissetmesi, yolunda gitmeyen şeyleri düzeltmek yerine,  ahkam kesmenin zaman kaybına ve geri dönülmez yaralara sebebiyet verebileceğini, gördüğünü gösterdi.